Pir Baba İlyas ve üç oğlunun asılmasından sonra (Yahya, Mahmut, Halis), dördüncü oğlu Seyyit Muhlis küçük olup mürşitlik postuna oturamadığından, en yakın akrabaları Hacı Bektaş-ı Veli ve Seyyit Mahmut Hayrani’ydi, birisinin mürşitlik postuna oturması lazımdı. Çünkü mürşitlik postu aynı soydan olan ve maneviyatı ile de en uygun olan evlada verilir.
İşte, bu keramet olayı bundan ibarettir. Hacı Bektaş-ı Veli ve Seyyit Mahmut Hayrani güzel bir yarışmaya diyelim, artık giriyorlar. İkisi de ermiş, hakikat kapısında, keramet sahibidirler. O keramet anında Allah, Hacı Bektaş-ı Veli’yi mürşitliğe seçmiştir. Seyyit Mahmut Hayrani de bunu kabul etmiştir. Beraberindeki 300 dervişi ve orada bulunan erenler de Hacı Bektaş-ı Veli’yi kabullenip mürşit seçmişlerdir. Beraber bağdaşlanıp cem yapmışlardır. Görevler belirlenip verilmiştir.
1240’larda, Baba İshak Alevi Türkmen İsyanları’nda Selçuklular inanılmaz Alevi katliamları yapmışlardır. Hacı Bektaş-ı Veli, Sarı Saltuk, Mahmut Hayrani, Ağuiçen (Seyit Temiz) ve daha nice erenler Dersim bölgesinde saklanmışlardır. Selçuklular 1243’te Moğollara yenik düşünce, Pirler tekrar faaliyetlerine başlamıştır. Bu kişilerin hep birarada olması tesadüf değildir, akrabadırlar, amaçları aynıdır, yol aynıdır.
Seyyit Mahmut Hayrani, Kureyşan Ocağı’nın önemli evlatlarındandır. Ehlibeyt yolunda çok hizmetler yapmıştır.

Düzgün Baba
Kışın şubat ayında keçilerinin besili olduğunu fark eden Kureyş, acaba benim oğlan kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki, hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar, diye merak eder. Bir gün gizlice oğlunu fark eder. Hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki oğlu elindeki çubuğu ile hangi ağaca vuruyorsa ağaç yeşeriyor, keçiler de bundan besleniyor. Kureyş durumu gördükten sonra geri döner. O anda arka arkaya hapşıran keçiye oğlu “Ne oldu, Kureyş’i mi gördün de böyle yapıyorsun?” der. Der demez de babasının oradaki varlığını hisseder, arkasını döndüğünde babasını görür ve utancından dağa doğru kaçar. Belli bir zaman sonra Kureyş, müritlerinden birkaçını oğlunun durumunu öğrenmeleri için dağa gönderir. Müritler Kureyş’in oğluna varırlar, halinin durumunun iyi, düzgün olduğunu görürler.
Döndüklerinde bunu aynı şekilde söylerler. Zamanla, ismi Haydar olan bu seyide artık DÜZGÜN BABA diye hitap edilir. Bu dağda sır olur gider.
Pir Sultan Abdal
Pir Sultan Abdal, Seyyit Kureyş’in torunlarından Derviş Mevali’nin talibi idi. Pir Mevali, yılda bir defa talibini ziyaret eder ve dini telkinlerde bulunurdu. Dersim, Erzincan, Harput, Bingöl, Muş ve Kars yöreleri yakın mesafede bulunduklarından dolayı, bu yörelere her yıl giderdi. Maraş ile Sivas illeri ise, Dersim’den uzak mesafede bulunduklarından, üç dört yılda bir giderlerdi.
Pir Mevali, Sivas’a gittiği yılda, Zara ile Kangal ilçelerine bağlı köylerde yerleşik bulunan taliplerini ziyaret eder, oradan da Banaz köyüne gider. Pir Sultan Abdal’ın konağına gittiğinde, Pir Sultan, Tanrı misafiridir diye onu içeri buyur eder, fakat Pir’ini tanıyamaz. Çünkü Pir Mevali en son dört yıl evvel bu eve ayak basmıştır. Ondan sonra görülmemiştir. Pir Sultan Abdal’ın Pir Mevali’yi tanıyamaması bundandır. O zamandan bu zamana kadar Pir Mevali bir hayli yaşlanmıştır. Pir Sultan “kendisini
tanıyamadığını” açıklayınca, Pir Mevali de, “Duvarda asılı bulunan sarı tamburan var. Onu eline alırsan, kim olduğumu sana söyler” cevabını verir. Pir Mevali’nin cevabı
üzerine Pir Sultan Abdal sarı tamburdayı duvardan indirir ve “Ya Mevali’ye Kureyş” dedikten sonra, sazın tellerine dokunur:
Aşık, senin kıya bakışın
Pirim Mevali’ye benzer gözlerin
Aşıkları aşk odu’na yakışın
Derviş Mevali’ye benzer gözlerin
Bilirim sultanım, sahip nazarsın
Aşıkları aşk dilinden pazarlarsın
İmam Ali pirim deyu gezersin
Aşık Mevali’ye benzer gözlerin
Hakikat sevdası geldi serime
Seydallah, nasibini sundu pirime
Hiç akıllar ermez dostum sırrıma
Pirim Mevali’ye benzer gözlerin
Erenler nutkunu açıkta söyler
Bahç ede açılmış gonca güller
Sabah seherinde şakır bülbüller
Aşık Mevali’ye benzer gözlerin
Üstad’dan mı aldın sen bu kemali
Bakışın değer dünyanın malı
Ya İmam soyusun, ya nesli Ali
Pirim Mevali’ye benzer gözlerin
Erenlerin yolu incedir ince
Karınca çalışır hem kaderince
Pir Sultanım gezer, hakkı bulunca
Aşık Mevali’ye benzer gözlerin.
Seyyid Ahmet (Büyük Boro)
Boro denilen ulu Evliya’nın asıl ismi “Seyyid Ahmet’tir”. Kendisi sarı tenli olduğu için lakap olarak “Boro” ismini almıştır. Büyük Boro’nun Babası “Kureyşan” Ocağı’ndan “Gaziler” kolundan Seyyit Veli’dir. Seyyit Veli’nin evlatları hem yerleşim alanının hem de toprağın verim yetersizliğinden Dersim Nazmiye ilçesine bağlı “Kureyş Köyü” veya “Büyük Köy” (Deva Kureyş/Zeve) olarak tanınan Köyden göçüp, kendilerine yeni yerleşim alanları aramışlardır.
Bazıları Keşiş dağı eteğindeki köylerine yerleşerek (Başköy çevresindeki) yakın bölgelere göç ederlerken, bazıları da Varto ve Hınıs gibi daha uzak yerlere göç etmişlerdir. Bunların arasında olan tanınmış evliyalardan “Çé Dewresé Sılemani (Derviş Süleyman)”, “Çé Bük (Büklü gil)”, “Çé Aliye Mustafa”, “Çé Devres Murtaza (Derviş Musa)”, “Çé Bava Bor’e”, “Çé Apkek (Keke Bava Düzali)” olarak günümüzde halen büyük saygı, sevgi ve ilgi gören bu ailenin mensuplarıdırlar.
Seyyid Ahmet, yani “Boro”, Seyyid Ali Han ve Devres Murteza olarak tanınan Evliyalar, kardeşler ve Seyyid Veli’nin oğullarıdır. Seyyid Veli takribi olarak 1735 yıllarında “Kureyş Köyü” veya “Büyük Köy”de (Deva Kureyş/Zeve’de) Hakk’a yürüdükten sonra, evlatları Seyyid Han’ın dışında Seyyid Büyük Boro ve Devres Murteza Büyük Köy’den göç ederek Erzincan Abige köyüne 1750 yıllarında, bugunkü ismiyle tanınan Çardaklı köyüne gelip yerleşmişlerdir. Seyyid Ahmet ve ağabeyi Devreş Murteza arasında olan bazı ailesel nedenlerden dolayı ayrılarak, Seyyid Ahmet Abige’nin üst tarafında olan “Kureyşi Sarıkaya” köyüne göç ederek, Alevilerin kutsal olarak kabul etiği Ağır Göl’e yakın “Hubar” mezrasına yerleşip ailesiyle orada yaşamını sürdürüyor.
Hubar mezrası ayrıca, Şah İsmail’in, Kureyşi Sarıkaya gelip, yörenin sayılan ve tanınan Ocakların önde gelenleriyle birlikte toplantı yaparak, “yeni devletin kurulacağı kararını” o mezrada aldıkları, tarihe geçmiştir. Seyyid Ahmet (Büyük Boro) o mezrada 7 sene kalarak, tarlasını öküzlerle değil de, kırmızı dağ tekeleriyle çift sürmesi başta olamak üzere, çevre halkın dilinden düşmeyen daha başka “kerametleri” ile yavaş yavaş nam salmıştır. Aynı zamanda Kesiş dağı’nın diğer eteğinde, yani Çayırlı yöresine bağlı, önceden Sarıkaya’dan göç ederek, Aşağı Yayla Köyüne yerleşen Kureyşan Ocağının başka bir koluna mesup olan “Büyük Kamer Ağa” denilen zat, Seyyid Boro’nun Hubar’a geldiğini öğrenince, Seyyid Boro’yu Sarıkaya Hubar mezrasınden alıp, Gomga (Doğan Yuva) ve Yayla Köyü arasında bugün daha halen “Boro’nun Şenliği” olarak tanınan alanı, Seyyid Boro’ya yerleşim alanı olarak vermiştir. Seyyid Boro kendisine ev yaparak, ailesiyle birlikte o alanı yerleşim alanına çevirerek, birkaç sene orada yaşadıktan sonra, Peyler köyünün karşısında bugün “Boro’nun Şenliği” olarak tanınan bir alana yerleşmiştir.
Seyyid Boro’nun küçük oğlu Seyyid Keko Boro Hakk’a yürüdükten sonra, toprağa verildiği bölge “Boro’nun Sabası” olarak tanınmakta ve bugün yakında bulunan çevre köylerindeki aleviler, “Boro’nun Sabası’nı” ziyaret olarak kabul ederek, “Boro’nun Sabası’nı” senede bir kez ziyatret edip, Seyyid Boro’nun aşkına kurbanlar tığlamaktadırlar.
Bu arada yaşlanan Seyyid Boro, çevre köylerde yaşayan insanları kerametleriyle öylesine etkilemeye başlamıştır ki, bazı köylerin mensupları bile Seyyid Boro’ya ikrar vererek, Seyyid Boro’nun talipleri olmuşlardır. Örneğin eski ismiyle Gülebağdı olarak tanınan, bugünkü ismi Yaylakent köyünde “Taşolar” olarak tanınan aşiret ve Sosunga (yeni isim Esenpınar) köyünde “Gazo” olarak tanınan aşiret, bugün Kureyşan Ocağı, Gaziler kolunda “Borolar” olarak tanınan ulu Evalya Seyyid Boro’nun torunları’nın talipleridir.
Ulu Evliya “Seyyid Boro” kerametleri ve güzelliği ile o çevre köylerinde yaşayan insanları o kadar etkilemiştir ki, artık dışarıdan gelen Alevilerden o köylere yoğun bir şekilde göç başlamıştır ve köylerin çoğu Alevilerin yerleşim bölgeleri olmuştur. O günden bugüne o yörenin insanları tarafından Seyyid Büyük Boro’ya yönelik his edilen bu bağlılık, sevgi ve saygı, bügün o Ulu Evliya’nın Torunları’na yönelik aynı bağlılık, sevgi ve saygı devam etmektedir. O vesileyle bugün daha halen bir kişi yemin etmesi gerektiğinde, yemini’ni “Boro’nun Kurtları (Verge Bor)” üzerine edip, bu yemini ikrar
sayarak, kesinlikle o ikrardan geri dönmez. Dilde dolaşan en önemli kerametlerinden birisi ise “Ağır Göl’le” (Aygır Gölü) ilgilidir. Erzincan tarihinde de bahsi edilen Ağır Göl’ün sahibi olan bir Aygır varmış (o yörenin Alevi inancına göre, o Aygır Hz. Ali’nin atı, Düldül’ün olduğuna inanılmaktadır) ve o Aygır kendi gizliliğini bırakarak gölden çıkıp kendisini sadece Seyyid Boro’ya gösterdiğini ve Seyyid Boro’nun atıyla çiftleştiğine inanılmaktadır. Onun içindir ki, o yörede sevgi ve saygı gören Başköylü Hasan Efendi olarak tanınan diğer bir evliya, seneler boyunca tek başına Ağır Göl’ün kenarında mekan tutarak, hayat sürmüştür.
Bu efsaneleşmiş anlatımın dışında, dilden dile dolaşarak zaman zaman yeni anlatımları ile donatılan yüzlerce kerametler, anlatımlar, güzellikler Seyyid Büyük Boro hakında
halk tarafından anlatılmaktadır. Aşağı Yayla köyünde bulunan turbesi, her sene yüzlerce insan tarafından ziyaret edilerek, kendisinden medet umarak, kurbanlar tığladıklarını ve bügün hayat’da olan torunlarına da, o ulu zatın hürmetine, Alevi toplumundan sonsuz sevgi ve saygı gösterilmektedir.
Seyyid Büyük Boro hakında anlatılan “Ağır Göl” (Aygır Gölü) efsanesi:
Seyyid Boro bir zaman Ağır Göl denilen ziyaret yerine gidiyor. Göle vardığında, gölden çıkan bir Aygır Boro’nun Atı ile çifleşiyor. Bir sene sonra Seyyid Boro’nun atı bir tay doğuruyor ve o tay o kadar güçlü ki, koşarken ve atlarken zannediyorsun ki tayın kanatları var; tay o kadar güzel ki, insan kıyamıyor ki baksın. Seyyid Büyük Boro bir tay’a kanaat getirmiyerek, tekrar Ağır Göl’ün ziyaretine gidiyor ve bir ikinci tay daha almak istiyor. Fakat Dünya taması ağır basıyor, Pirinç almaya giderken bulgurdan da oluyor. Ziyaretin başına giderken Ağır Göl’ün Aygır’ı gölden çıkar, Seyyid Boro’nun tayının boynundan tutup onu göle götürür. Seyyid Büyük Boro bu olaydan sonra, kendisine verilen bu himmetten artık vazgeçerek, atını koluna takıp Ağır Göl’ün yakınında bulunan bir köye varmak için yola çıkar. Seyyid Büyük Boro bir saatlik mesafe kala köye yaklaşınca, bu Ulu Evliyayı iyi tanıyan ve uzakta gören kendisini karşılamak amacıyla yola çıkan köylüler, Seyyid Boro’nun yanına varınca ne görsünler ki atın gemi kolunda fakat atı yok. Şaşkınlık içinde bulunan köylüler bu durumu özetleyerek Seyyid Boro’ya atın nerede diye sorduklarında, Seyyid Büyük Boro geriye dönüp bakıyor ki atı yok. Seyyid Boro kızgınlığıyla haykırıyor “Deli Ağır Göl tayımı aldı yetmiyor bir de atımı aldı”. Seyyid Büyük Boro’nun “Batıni” aleminde Ağır Göl’den derin bir dosluk ve itikat bağlılığı olduğu biliniyordu ve kendisinin o Batıni aleminde “Deli Ağır Göl” diye sık sık hitap ettiği halk arasında bilinmekteydi. Bu durumu değerlendirip Ağır Göl’deki Seyyid Boro’un atını almaya giden birkaç köylü, Ağır Göl’e vardıklarında Seyyid Boro’un Atının göllün etrafında dönüp kendi yavrusunu aramakta olduğunu görürler. Seyyid Büyük Boro bu hadiseden sonra, kendisine kudretten bir kısmet çıkdığını, fakat dünya eylemine bakarak, bir tane tay daha istemekle nefsine ve hırsına hala hakim olmadığını, Hakk’a hizmetinde daha halen eksiklik olduğuna kanaat getirmiştir.
Kureyş Baba Ziyaret Yeri Mitolojileri
Bağın Kerameti (Seyyit Kureyş):
Selçuklu padişahı Alaeddin Keykubat (1220-1237) sefere çıkar, Bağayen Kalesi’ne varır.
Kalenin komutanı, Selçuklu padişahı Keykubat’a şikâyette bulunup der ki: “Nehrin karşı yakasında bulunan köyde bir Seyyit vardır. Adı, Kureyş’tir. Halk arasında bu adamın kerameti vardır deniliyor, bana göre bu zat bir büyücüdür.” Bunun üzerine Alaeddin Keykubat, Seyyit Kureyş’le görüşmek ister. Alaeddin Keykubat büyüden hoşlanmayan, Seyyitlere son derece saygılıdır. Askerlerini gönderir, Kureyş’i getirtir.
Kureyş’i padişahın huzuruna çıkarırlar. Padişah, büyücülükle uğraşıyormuşsun, der ve Kureyş’ten bir keramet göstermesini ister. Kureyş, padişahın isteğini reddeder ve der ki: “Kerametimiz ceddimizin himmeti, yüce Allah’ın inayetiyle gerçekleşmektedir.”
Padişah da, “Madem kerametin varsa, fırına gir de ispatla” der. Askerler fırına odun atıp yakar, fırın kızgın bir kor haline gelir. Padişah, Kureyş’i fırına atmaları için emir verir. Kureyş’i tam fırına atacakları sırada, Kureyş padişahın en yakını olan naibin bileğinden yakalayıp onu da beraberinde fırına sürükler. Aradan belli bir süre geçer. Sonra fırının kapısı açılır. Herkes hayrete düşer. Kureyş de, naib de yaşıyor!
Üstelik naib buz tutmuş! Askerler “beyaz beyaz” diye bağırır.
Padişah, Kureyş’e bunun nasıl olduğunu, bunu nasıl becerdiğini sorar.
Seyyit Kureyş, “Adamına sor” der. Padişah naibe döner.
Naib, “Padişahım, biz fırına girince birkaç saniye içinde eririz zannettim, o kadar sıcaktı ki fırının içi! Birden gaipten bir kuş peyda oldu. Her kanat çıpmasıyla fırının içi serinliyordu. Sonra üşüdüğümü, donmak üzere olduğumu hissettim. Ondan sonrasını hatırlamıyorum” der.
Alaeddin Keykubat, Kureyş’ten özür diler ve Palu bölgesini Kureyş’e vermek ister. Kureyş bunu kabul etmez. Maddiyatta gözümüz yoktur, der. Bunun üzerine, Padişah bölgeden ayrılmaya karar verir. Naib ise artık padişahtan ayrılmak, Kureyş’in hizmetine girmek istemektedir. Padişah’a durumu anlatır, Padişah da naibin isteğini kabul eder ve bölgeden ayrılır.

Başka bir söylenceye göre:
XIII. Yüzyılda Selçuklu Devleti Sultanı Alaeddin Keykubat zamanında bir süre Mazgirt’in Bağın Kalesi (Dedebağ köyü) civarında kalır. Kureyş Baba ona Zemheri’nin ortasında üzün ve karpuz gibi meyveler gönderir. Kışın ortasında gönderilen bu meyvelere şaşıran Aleaddin Keykubat, Kureyş Baba’yı huzuruna getirtir. Biraz sohbetten sonra, “Sen sihirbaz mısın nesin? Kışın bu en şiddetli zamanında bu üzümlerle karpuzu nasıl buldun?” diye sorar. Kureyş Baba sehirbaz olmadığını, Allah’ın bir kulu olduğunu, sadece kendisine hizmet olsun diye bu üzümleri ve karpuzu gönderdiğini ifade eder. Bunun üzerine padişah, “Ben seni kızgın bir fırına attıracağım. Şayet yanmaz da sağ çıkarsan; o zaman senin sihirbaz olmadığını anlarız. Kabul eder misin?” der. Kureyş Baba kabul edince, emri verilir ve bir fırını yedi gün yedi gece yakılır. Sonra da Kureyş Baba’yı bu fırına sokarlar.
Anlatıma göre; Kureyş Baba, fırına girerken, şahit olsun diye padişahın hizmetinde çalışan Çukura Mehmet’i de yanına alır. Üç gün üç gece sonra fırının kapısı açılır. Kureyş Baba bıyık sakal ve kaşları buzlanmış bir halde, Çukura Mehmet ise elinde bir sepet salkım tane üzümle dışarı çıkarlar (Bu olaydan sonra Çukara Mehmet’e üzerine kül dökülen anlamında Derviş Gevit/Güler/Güher denilmeye başlanır.)
Komutan, Çukura Mehmet’i yanına çağırıp olanları sorar.
Çukura Mehmet der ki: “Biz fırına girdikten sonra Kureyş Baba şahin kılığına girip fırının içinde döndü. Her kanat çırpışında fırın soğudu ve buz oldu. O anda ucu bucağı olma yan bir üzüm bağı oluştu. Ben bu bağda ün bir salkım üzüm koparıp yedim. İkinci salkım üzümü koparıp yiyece- ğim sırada sizler çağırdınız ve biz de fırından çıktık geldik.”
Komutan bu zatın ermiş kişilerden biri olduğunu anlar ve Kureyş Baba’dan kendisini bağışlamasını isteyerek ona olan bağlılığını belirtir.
Komutan: “Ben bu yörenin komutanıyım. Buradan nereden yer istersen sana vereyim” diyerek her ne kadar Kureyş Baba’nın orada kalmasını isterse de, Kureyş Baba bunu
kabul etmez, yanından aldığı bir közü havaya fırlatır. Köz bugünkü Nazimiye ilçesi Bostanlı köyü Zeve mezrasına düşer. Kureyş Baba da közün izini takip ederek, közün düştüğü yere yerleşir (mekân tutar) ve elindeki asasını buraya diker. Kale komutanı da bundan sonra yörede yaşayan insanları, lokma hakkı bakımından Kureyş Baba’ya bağlar. Ertesi gün bakarlar ki, asa ve yanındaki iki kuru çubuğun olduğu yerde üç ağaç yeşermiş. Yeşerdiği rivayet edilen bu kuru çubuklardan bir tanesi bugün artık tamamen kaybolmuştur. İkincisi bir enkaz halinde bulunduğu yerde halen durmaktadır. Üçüncü (yani Kureyş Baba’nın asası) ağaç ise, asırlık bir kavak ağacı olarak kurumuş bir durumda, hatta yarısına kadar göçmüş, yerden takriben 20 metre kadar yüksekliği olacak şekilde kuru bir vaziyette durmaktadır.
Bu mitoloji bir başka açıdan da şu şekilde anlatılmaktadır:
Şah Mansur Baba, Baba Mansur, Seyyit Mahmud Hayrani ve oğlu Kureyş Baba, Hüsnü Mansur, Mansur kasabasına doğru giderken Şah Mansur, Kureyş Baba ve Seyyit Ali adıyla da anılan Derviş Beyaz, Selçuklular devrinde Horasan’dan göç eden 12 Dersim aşiretinin reislerini aydınlatmak için Bağın’da toplanırlar. Toplanan aşiret reisleri, bu Seyyitlerden keramet göstermelerini isterler. Bunun üzerine Şah Mansur duvar yürümüş, Kureyş Baba ile Derviş Beyaz da ordaki ateşe girmişlerdir.
Bunun üzerine konu, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat’a kadar gitmiş ve I. Alaeddin Keykubat 1212 yılında bu mucizeleri bir veya ayrı ayrı şecerelerde belirterek, bu 12 Dersim aşiretini pirlik ve mürşidlik bakımından Şah Mansur ile Kureyş Baba’yı Derviş Beyaz’a mürit edip lokma hakkına bağlamıştır. Bu konuyu içeren üç şecereden bahsedelir. Birincisi (bir aşirete ait olan) şecerenin, Varto’nun Şarik (Şerik) köyünde olduğu, ikincisi (Baba Mansur’a ait olan) şecerenin Mazgirt’in Munundu (Darikent) nahiyesine bağlı Şebek köyünde Düzgün Cevahir’de olduğu söylenmektedir. Üçüncü (Kureyş Baba’ya ait olan) şecere ise halen Tunceli Merkez ilçe Melek Bahçesi mevkinde eskiden oturan merhum Seyid Şey Gülabi’nin Kavak ağacının altına bırakılırmış ve o gece orada bunun yanına, ertesi gün sabah vakti kıble tarafından bir güvercin gelir, ölünün yanına konar ve sonra da üç güvercin olarak uçup giderlermiş. Rivayet olunur ki, Kureyş Baba’nın oğlu Seyyit Şah Haydar (Düzgün Baba) ve bundan sonra yedi göbek Seyyit Hüseyin, yedi göbek de Seyyit Mahmud olarak on dört göbek nesli bu şekilde devam etmiştir. On dördüncü nesle kadar, beşik kendiliğinden sallanmış, ölenler de güvercin olarak uçup gitmişlerdir. Ancak on dördüncü göbeğe gelinceye kadar çevredeki müritler çoğalmıştır. Çevre illere hatta Konya, İstanbul, İzmir gibi uzak illere dağılmışlardır.
Bunlar buralarda “Bizlere Pir gelsin, bizleri ziyaret etsin, evimize buyursun” diye ricada bulunmuşlar. Oysa nesilleri pek fazla olmadığı için bu kadar insanın arzularını yerine getirmek mümkün olamıyormuş. Zamanın ileri gelenleri, söz sahipleri bir araya toplanmışlar. Bu duruma bir çare aramışlar. Sonunda Kureyş Baba’nın on dördüncü kuşaktan torunu olan (Seyit) Derviş Mahmud’u kendi soyundan olmayan bir kızla evlendirerek bu neslin belki bir yolla çoğalabileceği neticesine varmışlar ve Derviş Mahmud’u kendi köyünden (bazı rivayetlere göre Berdan/Beritan aşiretinden, bazı rivayetlere göre de Lolan aşiretinden) bir kızla evermişler.
Bu evlilikten Derviş Mahmud’un; Kali, Ali, Hüseyin, Mevali, Guli, Gazi ve Kude (sakat topal) isimlerinde yedi tane çocuğu olmuş. Bu çocuklar da evlendikten sonra bunların da çocukları olmuş ve bugün Tunceli yöresinde yaşayan Kureyşan aşiretinin babaları
Olarak aşiret arasında boy boy anılırlar. Örneğin, Kali’den doğan, onun soyundan gelen Kureyşanlılara Kalyan, Ali’den doğup gelenlere Aliyan, Meval’den doğup gelenlere de Mevaliyan bozları denilmektedir. Kureyş Baba’nın on dördüncü kuşaktan çocuğu olduğu rivayet olunan Derviş Mahmud’un mezarı halen Zeve’dedir.

Başka bir söylenceye göre:
Kureyş Baba, Mazgirt ilçesi Muhundu (Darıkent) köyünde bulunan Baba Mansur’un ününü ve namını duyunca onu ziyaret etmeye karar verir ve bir aslana binip, bir yılanı da kamçı yaparak yola koyulur. Muhundu yakınlarına geldiğinde; Baba Mansur’un da bir duvarın üzerinde oturmakta ol duğunu görür. Baba Mansur, Kureyş Baba’yı karşılamak için duvara, “Ey duvar, Tanrı’nın izniyle Kureyşin Ceddinin himeti ile gelen Erenler’den tarafa yürü!” der. Duvar yürümeye başlar. Duvarın yürüdüğünü gören Kureyş Baba ise, “Cansız bir duvarı yürüten kişiye saygısızlık yapmışız” diyerek bindiği aslandan iner, elindeki kamçı olarak kullandığı yılanı da yere bırakır ve giderek Baba Mansur’un (kendisinden de yaşlı olmasından dolayı) elini öper. Ve ona, “Sen benim Pirimsin” der. Bir süre sohbetten sefa ve nazarını aldıktan sonra Kureyş Baba, Baba Mansur’un sevgisini kazanmış bir şekilde Zeve’ye geri döner.
Bugün Kureyşan Aşireti’nin Baba Mansur soyundan gelenlere Pir demeleri, bu söylentinin sebebiyledir.
Bir başka söylenceye göre ise:
Kureyş Baba, Zeve’ye yerleştikten bir süre sonra kendini ziyarete gelenlerin konaklayabilecekleri, rahatça oturabilecekleri bir ev yapmaya karar verir ve duvarları örmeye başlar. Aynı yörede oturmakta olup da, Kureyş Baba’ya gönül verenlerden Seyyit Kalmani/Kalmamsar (Büyük yurt veya Günlüce köyünde yaşamıştır) ve Kalu Feral Ferhat (Geniş köyü Bayındır mezrasında yaşamıştır) adındaki iki yiğit ise yapılan bu yeni evin çatısında kullanmak üzere keran denilen 5-6 metre uzunluğunda, takriben 35-40 m çapında, büyük ağaçlar (kökleri ile birlikte) keserek öküzlere (başka bir anlatışa göre yılanlara) yüklenip Zeve’ye doğ ru yola çıkarlar. Zeve’ye yaklaştıklarında, onların bu şekilde geldiğini gören Kureyş Baba o esnada inşa etmek amacıyla üzerinde bulunduğu duvarı yürüterek bu iki yiğidi karşılama ya çıkar. Ancak gelenler, Kureyş Baba’yı bu şekilde görünce, mahçup bir şekilde yere kapınırlar ve “biz canlıyı yürütmüştük, sen cansızı yürüttün, sen bizim pirimizsin” derler. Hatta denilmektedir ki öküzler bile yere kapanmışlar ve yılan şekline girerek sürünüp duvar dibine gitmişlerdir. Bu olaydan sonra Seyyit Kalmani/Kalmamsar ve Kalu Feral Ferhat (Kullahad) Kureyş Baba’nın konuğu olurlar; yer içerler ve sevgisini kazanıp (er nazarında nasip alarak) köylerine dönerler.
Sözlü anlatımlarla nesilden nesile belki değişerek gelen efsanelerin, hikayelerin doğruluğunu kanıtlamamız olanaksızdır. Ancak tarihi gerçekler de bize göstermektedir ki Kureyşan Ocağı evlatlarının hoşgörü, insan ve doğa sevgisine, bilime dayanan birçok inanç ve fikir önderi yetiştirmiştir. Bunlardan bazıları, henüz araştırmacılar ve tarihçiler kesin olarak söyleyamese de, Anadolu’nun aydınlanmasında önemli roller üstlenmişlerdir. Seyyit Mahmut Hayrani, Seyyit Kureş, Nasrettin Hoca, İstanbul’un ilk Belediye Başkanı Hızır Bey, Fatih Sultan Mehmet’in veziri Sinan Paşa gibi birçok kişi bu ocak mensubu kişilerdir.
Bugün Kureşan Ocağı evlatları Türkiye’nin birçok iline, yurtdışında birçok ülkeye dağılmışlardır.
Kureyşan İcazetnamesi’nden:
Sizsiniz tüm ikram ve cömertliklerin sahibi
Çünkü sizin dedeniz büyük Resul’dü
Sizsiniz kavmin en değerli bineklere binenleri
Çünkü anneniz o tertemiz Betül’dü
Kur’an gerçekten de size indi
Bu ne büyük bir övünç ve şerefti
Siz kavmin en övgüye layıklarıydınız, bilindi
Çünkü dedeniz Cebrail’le görüşmek şerefine erişti
Ey defnedilenlerin en hayırlısı
Senin defnedilmenle toprak güzelliklere belendi
Canım feda olsun bu kabrin sahibine
O kabirde cömertlik var, af var isteyene
SEYYİD KUREŞ ŞECERESİNİN KAYNAĞI:
Seyyid Kureşin Gazianlar Kolu: Seyyid Kıl (namıdiğer Kureş) – Seyyid Kalender – Seyid Han – Seyyid Han’dan üç evlat biliniyor: 1. Seyyit İsmail, 2. Seyyit Bıra, 3. Seyyit Devriş İlyas olarak bilinmektedir. Bu Seyyidlerden Seyyid Bıra evlatlarından Seyyit Veli takriben 1650-1730 yıllarında Dersim’in Nazimiye’de Kureşan köyünde yaşamış. Seyyit Veli’nin evlatları sırası ile 1- Seyyid Ali Han, 2- Seyyid Derviş Musa, 3- Seyyid Ahmet (Boro) olarak biliniyor.
Seyyid Ali Xan’ın iki evladı vardır: 1. Seyyid Devriş Düzali, 2. Seyyid Gülavi.
Seyyid Hacı Kureyş’in meşhur mübarek şeceresi Kureyşanların Gazian (Qaji) kolundan gelen Seyyid Gülavi’nin evlatlarından Seyyid Şah Yusuf Düzgün’nün (Çé Sa Gulavi) evinde ve yaklaşık 300 yıldır aynı aile tarafından günümüze kadar muhafaza edilmektedir.
O dönemde Kureyşanlıların mübarek şeceresi Seyit Veli”nin evindedir. Hakka yürümesinden sonra Büyük oğlu Seyyid Ali Xan da kalmaktadır (1700 yılları). Yine bu dönemin Harput paşası tarafından şecerenin görülmesi istenir ve Seyyid Ali Xan oğulu Bawa Gulavi ile birlikte Harput paşasına giderler ve kendilerinden evladı resul olmaları dolayısı ile geleneksel ateş kerameti istenir ve seyyid Ali Xan bu kutsal hizmetini laiki ile yerine getirir. Bunun sonucunda Harput Paşası o dönemde (1720 den sonra) kendilerine onaylı “Berat name” diye onaylı belge verilir. Bu belge Kureyşanlı Sa Gülavinin evindedir. Bu belgede Ehli Beyit soyundan gelen (nesli pak silsile) kureşan sülalesi mensuplarından vergi alınmaması ve bu sülale mensupları askerlikten muaf tutulması yazılıyor. Ayrıca belli miktarda Osmanlı parası düzenli her dönem ödenek yapılması, ayrıca bu silsile mensubu kişilere saygı gösterilmesi, iyi davranılması hususları sağlanıyor. Bu belge Dersim olayları sırasında bölgeye gelen Fevzi Çakmak tarafından (eski yazı) okunuyor ve altına yeni Türkçe ile kısa tercümesi yazılıyor. Belgede eski yazı ile onay ve tarihleri mevcut olduğu, yeni Türkçe ile 1938 kıyımında Dersim’e giden Fevzi Çakmak yazı ile belgeye notunu yazmıştır.
Seyyid Ali Xan nın Hakka yürümesinden sonra Erzincan’ın merkeze bağlı Auge (Abige) köyüne önceden göç etmiş olan Dewros Musa (Murteza) Nazimiye ye giderek abisinin çocuklarını, abisinin hanımını ve Xeza Xan birlikte Abige köyüne 1750 yıllarında getirir. Kureyşan Seceresi de bulunduğu sandık ile birlikte Abigeye getiriliyor.
Bu mübarek silsilenin seceresi 1880 yıllarına kadar Abigede ve Seyyid Ali Xan oğlu Bawa Gulavi nin evinde, aynı sandıkta muhafaza edilmiştir. Akrabalar arasında çıkan bir tartışma nedeniyle Bawa Gulavi’nin oğlu Sa Gulavi evini takriben 1880 yıllarında Dersim Nazimiye’de ki Kureyşan Köyüne akrabalarını yanına taşır. Şecere yine aynı ev ile götürülür. Daha sonra Sa Gulavi’nin talipleri olan Alan aşiretinin olduğu köye davet edilirler. O köyde kendilerine ev verilir orada uzun süre kalırlar. Kureyşanlı Sa Gulavi’nin mezarı bu köydedir. Putkan köyü olabilir ismi. Bundan sonra Kavun köyüne taşınırlar. Bu köyde kısa süre kaldıktan sonra Melek Bahçe (Bahçe Meleke) köyüne taşınarak orada kalırlar. Ve Kureyşanların mübarek şeceresi hâlâ Seyyid Şah Yusuf Düzgün’nün evindedir. Dolayısı ile bu mübarek şecere için maksatlı olarak yazılan farklı söylemlerin gerçekle alakası yoktur.
Bir anlatıma göre Melek Bahçe (Bağçe Meleke) köyünde Sa Gulavi nin evine karşı köyden bir tamirat ustası çalışmaya gelir. Ev halkı arazide tarlada çalışmakta olduğu sırada (tamirat ustası evde yalnız kaldığı sırada), usta evdeki eşyaları karıştırır ve secerenin olduğu sandıktan şecereyi alarak gizlice evden çıkar köyüne doğru yola koyulur. Munzur suyunu geçerken şecereyi Munzur suyuna düşürür. Telaş ile kendi köyüne gider. Islanan elbiselerini değiştirir ve tekrar işine döner. Gelir şecereyi aldığı sandığa bakar ki mübarek şecere aynı yerinde duruyor. Şaşırır ve korku içinde kıvranarak nasıl böyle bir hata yaptığını kendi kendisine söylenir. Tövbe eder ve korkudan bir daha bu köye uğramaz.
ERZİNCAN MERKEZE BAĞLI ABİGE (AUGA KURESU) KÖYÜNDE YAŞAMIŞ KUREYŞANLAR:
Öncelikle Kureyşanların Qajanlar kolundan Abigenin merkezinde kabri bulunan ve çok kerametleri olan (Abigeye gelme tarihleri yaklaşık 1720 yıllarından itibaren, takriben 1740-1750 yılları arası) Seyyid Dewros Musa (Murteza) ve oğlu Seyyid Mustafa yöre halkı tarafından günümüze kadar ziyaret edilir ve bu mübarek evladı resulün kerametleri anlatılır. Yine köyün içinde mezarı bulunan Xeza Xan mezarı da ziyaret edilmektedir.
Abige köyünde Düzali Mezrasında Seyyid Ali Xan’nın torunu ve keramet sahibi Seyyid Apkek (Seyyid Keko) kabri bulunmakta. Keramet sahibi bu evladı resulün kabri yöre halkı tarafından ziyaret edilir, kurban ve lokma dağıtıp dualar ederler.
Abige köyünde Horum Mezrasında Seyyid Dewros Ali (Devros Aliye Horıme) keramet sahibi ve yöre insanları bu mezarı ziyaret ederek kurban ve lokma dağıtıp dualar ederler.
Abige köyünde Vank Mezrasında Seyyid Morovor olarak bilinen Kureyşanlı dedenin mezarı bulunmakta ve ziyaret edilmekte. Bu Seyyit kerametleri olan bir Pir dir.
Yukarıda anlatılan bu Seyyitler keramet sahibi ve Kureyşan evlatlarıdır. Dewros Musa (Murteza) ve Seyyid Ali Xan’nın küçük kardeşleri Seyyid Ahmet (Büyük Boro) Erzincan/Çayırlı köylerine göç ederek yaşamını orada sürdürmüştur. Ordaki halk arasında “Çe Bor” olarak kerametleri ile tanılmış Büyük Boro’nun evlatları Çayırlı yöresinde daha halen Büyük saygı ve sevgi görmekte. Seyyid Ahmet (Büyük Boro)’nun türbesi Çayırlı Aşağı Yayla köyünde bulunmakta ve aynı ağa beyleri’nin türbeleri gibi, her sene yüzlerce ziyareciler tarafından ziyaret edilmekte.
Seyyid Kureyş evlatlarından tanınmış saygın ve önde gelen Aİleler (çalışma sürecİnde Seyyİd KureyŞ İstİşare Meclİsİ tarafIndan tespİt edİlen):
Erzincan ve Çevresi:
Ziyaretgahı ve Evliyası (Tarik) olan:
Dewres Sıleman – Kızılbel,
Çé Bava Bor (Yayla- Ağır Göl)
Çé Dewres Musa (Murteza) (Auge)
Çé Baba Buk
Ziyaretgahı olan:
Çé Hasan Efendiye Başköy
Çé Aliye Mustfaye
Çé Ap Kek (Qeke Düzali, Auge)
Çé Dewres Aliye Horime (Auge)
Çé Morowor (Auge)
Diğerleri:
Çé Sey Mustafaye Gome Gul
Çé Bava Seyyid Veli (Davut Sulari)
Dersim:
Çé Kudunê Koye Ser
Çé Dewresê Derg
Çé Uşenê Ana
Çé Ali Efendiye Qılaçiye
Çé Bava Bud
Çé Sosene dewres
Çé Sey Bertale Sosen
Çé Aliye Gaxi
Çé Usene Hemede Kudi
Çé Silemane Hese pirc
Çé Hese gem
Çé Ali Abas
Çé Hesene nikil
Çé Hesene Aliye Sadik
Çé Khaliye Musaye Hemed
Çé Usene Seyd
Çé Dile Ali Qer
Çé Musaye Derves
Çé Dewres Khali
Çé Saye Gulabi
Çé torne Api
Çé Ali’ye pule geur (Pulogeur’ra)
Çé Ali’ye torne Kal (Şahkulu’ra
Varto:
Çé Baba dergi
Çé Baba Porik
Çé Mahmut Xan
Çé Dewres Qemer
Çé Mustafaye Dewrise
Hınıs:
Çé Dewres Mevali
Çé Dewres Ali
Çé Dewres Mahmut
Çé Pire Xanku
Çé Baba Pulik
KUREYŞAN OCAĞI ŞECERESİ
Kureyşanlılar, Hozat ilçesi; Karaca-Bınalik Köyü, Taşıtlı (Torut) Köyü – Kömler Mezrasında, Boydaş Kozluca, Samoşi, Zımek köylerinde, ayrıca Ovacık ilçesi; Aktaş, Ilgazi, Halıtpınar ve Bılges köylerinde ikamet etmektedirler.
Kureyşan Ocağı seyyidlerine saygı için verilen ferman.
Kureyşan Ocağı’ndan Şah Yusuf Düzgün’de (Çe Sa Gulavi) bulunan
Kureyşanlıların şeceresini 1721’de Padişah III. Ahmed’e imzalatmıştır.
Gaziantep Yavuzeli ilçesi Kayabaşı Köyü’ndeki Hacı Kureyş Türbesi
(Seyyid Mahmud-ı Kebir)
Kureyşan Ocağı’ndan Seyyid Mahmud-ı Kebir tarafından Sultan Murad’a getirilip Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeyt soyundan gelen seyyidleri öven Nakîbü’l Eşraflar tarafından tastik edilmiş şecere (Şah Yusuf Düzgün’de (Çe Sa Gulavi) bulunan Seyyid Kureyş Şeceresi)
Bir kısmınınTercümesi: Bu şecere-i mübareke (Selçuklu Sultanı) Sultan Alâeddin’den, (Osmanlı Padişahı) Selim’e kadar bütün sultanlar tarafından imzalanmıştır. Bu mübarek silsile; İmam Hüseyin’den bu an’a kadar yazılagelmiştir. Dünya ve ahiretde bilinir. Batın tertibi üzere, doğru olarak kaydedilmiştir.
AHİM KARARLARI VE HUKUK
AİHM’nin inanç özgürlüğünü ihlal eden hukuk dışı uygulamalara karşı verdiği kararlar ortadadır! AKP hükümetinin ve devletin tek bir sorumluluğu ve görevi vardır;2016 yılında verilen ve 47 ülke tarafında onaylanan AİHM kararlarını uygulamadı.
Alevi İslami temsil etmeyen Diyanet olamaz.
Diyanet İşleri Başkanlık bütçesi 2013 te 4 Milyar 604 milyon TL,2014 yılı bütçesi ise 5 milyar,4oo milyon TL bütçe ile 12 bakanlığın bütçelerinden daha fazla bütçe ayrılmasıyla rekor seviyeye ulaşmıştı. Kurumda 2024 Yılında çalışan personel sayısı 149 bin kişi, 2025 yılında 184 bini geçti. İmam hatip /orta- lise ve ilahiyet fakülteleri dâhil edlirse ikiyüz elli bi kişi Sunni islam inanancına hizmet etmektedir Diyanet İşleri Başkanlığı, personelde çeşitli kamu kuruluşlarından yatay geçiş yaparak toplamda personel sayısını 184 binden fazla çalışan personeli ile rekor seviyeye ulaştı.
Kurumlar içinde en fazla bütçe ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı Sünni teolojiye hizmet götürmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığında bir Alevi dahi vatandaş çalıştırılmamaktadır. Bu kul hakkı yemek değil midir?
Bir yılda İmam Hatip ortaokul sayısı 1361’ ten 1597’ye, imam hatip lisesi sayısı ise 854’ ten 1017’ye çıktı. Böylece imam hatip lisesi öğrenci sayısı 546 bin, imam hatip ortaokul sayısı 385 bin oldu. Bu sayı bir yılda 658 binden yaklaşık 932 bine yükseldi. MEB’in beş yıllık hedefe bir yılda bir milyona ulaştı. Bu okullar sadece Sünni mezhebine hizmet etmektedir. Bu eğitim sisteminde Alevi İslam öğretilmemektedir. . Bu kul hakkı yemek değil midir?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Zorunlu Sünni din derslerine, cem evlerine yönelik ayrımcılık uygulamalarına ve nüfus cüzdanlarındaki hukuk dışı “din hanesi” dayatmalarına karşı Cem Vakfının açtığı davalarda Türkiye’yi mahkûm eden kararlarına uymuyorlar. Hükümet hukuk dışı uygulamalarını yaygınlaştırarak ve yoğunlaştırarak devam ediyor. Diyanet İşleri Başkanlık personeller içinde bir Alevi çaycı dahi çalışmamaktadır. Bu kul hakkı yemek değil de, nedir?
SONUÇ
Aleviler, eşit yurttaşlık haklarından kaynaklanan Anayasamızın 10.14.18 ve 24. Maddeleri, İnsan Hakları Evrensel Beyan emesi,(Birleşmiş milletler Birleşmiş Medeni ve siyasi haklar sözleşmesi), ABD ve Avrupa Birliği Uyum Yasaları ve Uluslararası Hukuk, Avrupa Birliği’nin İnsan Hakları Sözleşmesi raporlarında yansıyan eşitlik talepleri, hak ve istemlerini gerçekleştirmek zorundadırlar.
Türkiye’nin, Alevilerin AİHM’de kazanılan davalar karşısındaki tutumu, Türkiye’de yargı sisteminin çöktüğünün kanıtıdır! Çünkü hukuku hiçe sayan yargı sistemi, kararlarını Sünni ve laiklik karşıtı odak olan Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan gelen cevaba göre veriyor!
Cem evi ibadet yeridir. Bu böyle bilinmelidir. Cem evlerimiz bizim için kutsaldır. Bu Kutsal mekânlarımıza dergâhlarımıza ve ocaklarımıza sahip çıkmalıyız, canlı tutmalıyız. Hep beraber bu çabanın içinde olmalıyız. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız.
KAYNAKÇA
1. Kaya Ali, Dersimde Alevi Ocakları Ve Ziyaretle, Ender Şeyler Yayınları. 2025.İstanbul
2. Kaya Ali, Dersimde Kökler Doğa Kültür, İnanç Can Yayınları, Ocak 2006 İstanbul.
3. Kaya Ali Alevilkte İnanç Sohbetleri Can Yayınları 2008 İstanbul.
4. Kaya Ali, Ehli Haklar Ve Dersim Yayınları, 2014, İstanbul.
5. Kaya Ali, Dersim Tarih, Pervane Yayınlar, 2022 İstanbul
6. Prof Dr.Semavi Ticani Muhammed, Neden Alevi Oldum. Dört Kapı Yayınları 2017 İstabul
7. Prof Dr.Yalçın Alemdar, Yrd Doç. Dr Yılmaz Hacı Gece Yayınları. 2017 Ankara