Alevi ocakları Aleviliği anlamak bakımunda temel öneme sahiptir. Alevi toplumunun inanç hizmetlerini yüz yıllarca yürütülmesinde ve nesilden nesile aktarılmasında Alevi ocakları önemli görevler üslenmişlerdir.
Türkiyede Alevi toplumunun dışlayan, yok sayan hâkim olan siyasal sünni düzenin asimilasyona karşı en önemli koruyucusu görevinni üstlenen ocaklardır. Alevilik; pir, mürşit, rehber ve talip ilişkisine dayanır.
Alevi ocakları sadece Hakk, Muhammad, Ali ve Ehlibeyt yolu olan yüksek ahlak yolunu dinsel ve ahlaksal hizmetleri yanı sıra sosyal, kültürel, hukuksal ve eğitsel yolu ile edep erken hizmetlerini sürdürmüşlerdir
Alevi ocakları kendi içinde arasında iletişim ulaşım olanaksızlıklarına rağmen yaşam süreçinde inaçsal örğütlemesinin sağlamasındada Alevi
Ocakları mürşid, pir, rehber ve dede gibi isimlerle toplumu yaşama bağlayan, birlekteliği sağlayan ve sosyal yapı görevini yerine getirmişlerdir.
Hz Muhammed soyundan gelen ocak mensupları Aleviler. Yüz yıllar boyunca Hz.Ali taraftarlarıdır. Emeviler döneminde (661-750 ) (93 yıl) ,Abasiler döneminde (750-1250) (520 yıl) dönemi,(1040-1157),Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde çeşitli baskı etkenlerinden kaynaklı sürgün va katliamlara mahruz bırakıldılar.
Horasan- Iraktan başlayan göçler sonucu aynı ocaklardan gelen ocakzade aileler Anadolu ve Balkanların farklı bölgelerine göç ederek yerleşmişlerdir. Bu ocaklar gittikleri yerlerde farklı adlarla ocaklarlarını devam ettirmişlerdir.
Alevi ocakları Alevi işlam inancını ayakta tutan sosyal yapılardır. Her ocağın bir soy kökü ve bir söylencesi vardır. Bu soy kökü Hz. Muhammede, Hz.Ali ve Ehlibeyt e dayandığı için toplumda saygınlık kazandı. 1990 yılından sonra geleneksel ocak sisteminin kentleşmeşi ile birlikte Alevi ocakları cemevlerinde dernek ve vakıf adı altında örgütlendiler.
Aleviler Hz. Muhammeddin hakka yürüyüşünden sonra velayet hakkı Hz. Ali ile başlayarak on iki imamla devam ettiğine inanırlar. Ehli Beyt soyu ile imamatin devamı ettiğine inanırlar. On ikinci imam Mehdi’nin sır olması ile devam etmiştir. Ahzap süeresi 33 Ayeti doğuştan mahsun olduğunu anlatmaktadır
Hz. Mehdini’nin dışındakiler Hz Ali v Hz. Hüseyin hariç diğer imamlar zehirlenerk şehit edldiler. On iki imamların Alevilkte büyük anlamı ve önemi vardır. Alevi ibadet ve erkânlarında on iki imamlar zikr edilir ve büyük bir bağlılıkla dile getirlir. Kısaca 12 imamlar olarak Aleviliğin temel yapı taşlarıdır. Alevi ocaklarıda bu yapı taşlarının devamıdır.
KUREYŞAN OCAĞINA TARİHİ BAKIŞ
Moğol ordularının Horasan-Nişabur, Behl Meşed, Erdebil gibi şehir ve kasabaları işgal edince Kureyşanlılar, Horasan üzerinde Hazar Denizinin güney ve doğusuna uzanan Gur Afganistan bölgesinden yöre halkı ,aşiret, oymaklar ve sıvil halkın inanç önderleri Anadoluya göç etmek zorunda kaldılar.13.yüz yıl öncesinde Horasan’dan Anadolu’ya geldikleri bilinmektedir. Kureyşanlar Horasandan göçü Büyük Selcuklu hükümdarı Melikşah ile başlar.1071 Malazgirt Savaşı sonrası 1141 -1200 yıllar sonrasında bu göç dalgaları devam eder.
Cengiz orduları Belh şehrini aldıktan sonra burada uygulanan zulmü Cüvani şöyle anlatmaktadır: Cenğiz Han verdiği emir üzerine küçükten büyüğe gençten yaşlıya kadar herkesi boş alana çıkardılar. Moğalların adetine göre yüzlük ve binlik gruplara ayırarak hepsini kılıçtan geçirdiler (2011:153) bununlaada kalmayarak; işlerini bitirdikten sonar bahçelerini ateşe verdiler… (Cüvani, 2011:154)
Moğol ordularının Anadoluya işgal edişişleri 1230 lu yıllarana denk gelir.
Kureyşnlılar Ehli Beyt ‘e bağlı olmaları nedeni ile bu soydan geldikler için bu soya benzerl özellikler taşırlar. Kureyşan Ocağı, Anadolu’nun en eski, en köklü ocağıdır. Kureyşanlıllar Hacı Bektaş kanalıyla Ibrahim- i Sani ve İmam Musa Kazım’ a dayandığı bilinmektedir. Tarih boyunca Aleviliğin yayılmasında, örgütlenmesinde büyük görevler üstlenmiştir. Bundan ötürü de Türkiye’de kalabalık bir talip kitlesine sahiptir. Türkiye’nin her bölgesine yayılan Kureyşan Ocağı evlatları, son dönemlerde siyasi, politik ve geçim sebeplerinden dolayı da birçok ülkeye yerleşmişlerdir.
Aleviliğe ait dökümanlar, yazılı kaynaklar tarih boyunca yağmalanmış, yakılıp yok edilmiş, kalanlara da el konulup gizli arşivlerde tutulmuştur. Kaynaklar ortaya çıkarılmadığı için Alevi Ocaklarının babadan oğula vasıflı olan seçilmiş evlatların kesintisiz isimli soy şecerelerini bulmak güçtür. Ancak önemli olan kilit noktaları bulupaçığa çıkarmaktır Sonuçta, Seyid-i Saadet Evladı, Resul ocakzadeler toplumu günümüze taşımışlardır.Toplum da, talipler de onları kabullenmiş, beraber yol sürmüşlerdir.
Kureyşan Ocağı’ nın kalabalık bir talip kitlesine sahip olmasının nedeni, verdiği mücadele ve hizmetlerinden dolayıdır. Alevilik’te pir ve talip ilişkilerini en güzel şekilde günümüze kadar taşıyabilmişlerdir.
Kureyşan Ocağı, sözlü tarihten edindiğimiz bilgiler ve günümüze ulaşmış kimi tarihi kaynaklar ve şecereler gösteriyor ki, Ehlibeyt soyuna mensup bir ocaktır. Anadolu’da birkaç önemli mekânı (merkezi) tespit edilmiştir.
Bu merkezlerden biri Konya Akşehir’dir. Kureyşan Ocağı’nın pirlerinden Seyyit Mahmut Hayrani’nin türbesi buradadır. Türbe devrinin en önemli sandukalarından biridir. Kaynaklara göre Kureyşanlılar 13. Yüzyıl başında Dersim yöresine gelmişlerdir.
Anadolu’ya gelen Kureyş Ocağı’nın bir kısmı Dersim yöresinde kalırken, bir kısmı da Anadolu’ya dağıl mıştır. Kureyş ilkin Mazgirt/Çelekas’ta yaşamış, “fırına atılıp sınanmasından”ndan sonra da Nazımiye ilçesinde bulunan Zeve Köyü’ne gidip yerleşmiştir. Burada evlenmiş, 7 oğlu, 2 kızı (Haskar ve Zel) dünyaya gelmiştir. Oğullarından biri (Düzgün Baba) genç yaşta sır olmuştur. Kureyş’in soyu diğer 6 oğlundan çoğalmıştır…
Kureyşan Ocağı mensupları, kendilerinin peygamber soyundan geldiklerine inanırlar. Kureyş Baba, 7. İmam Musa-i Kazım aracılığı ile Ehlibeyt soyuna dayanmaktadır. Bugün orataya çıkan ve incelenip gerçekliği kanıtlanan pek çok şecere de buna işaret etmektedir. Alaeddin Keykubad’ın Kureyş’i yanan fırında ateşle sınaması ve sonrasında Kureyş’in elinde bulunan ve peygamber döneminde yazılan şecereyi mühürlemesi de bunu kanıtlamaktadır. Osmanlı hükümdarları zamanında da şecereye mühür basma geleneği devam etmiştir.
Kureyşan Ocağı yıllar içinde çoğalmış, bu soy artık Zeve Köyü’ne sığamamış, buradan başka yerlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Yüzyıllar içinde Dersim’in her tarafında ve Türkiye ’nin çeşitli bölgelerinde ve başkaca ülkelerde Kureyşanlı aileler yerleşmiştir.
Kureyş Ocağı yoğunlukla yaşadığı bölgeler; Tunceli’den sonra en başta Erzincan, Muş/Varto, Bingöl, Malatya, Adıyaman, Elazığ, Sivas, Adıyaman gelmektedir. Kureyş’in Tunceli’den başka, Gaziantep/Yukarı Kayabaşı Köyü ile Adıyaman Kındırali Köyü’nde de tek oğlundan gelen bir soyu yaşamaktadır. Bunun da sebebi, Kureyş’in Nazımiye’den ayrılması ve pek çok yeri gezdikten sonra en son Yukarı Kayabaşı’na yerleşmiş olmasıdır.
Bugün Tunceli/Nazımiye/Zeve’de Kureyş’in mekânı (yaşadığı ev) bulunmaktadır. Bu köye (Deu Kureyş) Kureyş’in Köyü denilmektedir. Yanı sıra Kureyş’in Gaziantep/Yavuzeli, Yukarı Kayabaşı Köyü, Zırar/Zirali ve Bülbül köylerin,n bulunduğu mevkiinde de türbesi (defnedildiği yer) bulunmaktadır. Kureyş’in türbesinin biraz uzağında da oğlunun türbesi vardır.
Kureyşan kelimesinin Farsçada yazılışı KHORAZAN’dır. Yani günümüz Türkçesinde HORASAN dediğimiz bölgenin adıdır. Anlamı, güneşin doğduğu yer’dir. Halk arasında Farzi dilinden ayrılma, Zazaca diliyle bu ocağa (Quresan) denilir. Bu da bir rastlantı değildir. O bölgeden geldikleri için, Ocağın evlatları bu ismi kullanmışlardır ve zamanla Quresan farklı lehçe ile dönüşmüştür.
Kureyşanlıların yaşlılarıda biz Horasandan göç edip geldik diyorlardı.Buğün Horasan coğrafyası ;Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Afganistan ve İran topraklarını kapsayan beş ülke sınırları içindeki toraklarını kapsamaktadır.Kureyşanlar Horasan üzerinden İran- Hoydan, Erzurum, Horasan, Erzincan, Dersim, Elaziğ, Adıyaman, Gaziantep yörelerine gelip yerleştiler. Kureyşanlıların önemli kolu Dersim- Nazmiye’ye yerleşikleri, diğer kolu Adıyaman ve Gaziantep- Yavuzeli, Hoca’nin Kureyşan ocağına mensup olduğu Seyyit Mahmut Hayranı ile birlikte Konya- Akşehire geldikleri belirtilmektedir.Bazı ocaklarında13. Yüazyıldan önce Anadolu’ya geldikleri bilinmektedir.
Cengiz Han ordularının işgal ,katliam ve yağmalarından dolayı Kureşan aşıreti başta olmak üzere İran -Nişabur, Rey, Meşed ,Erdebil ,Horasan bölgesinden göç edip Dersim başta olmak üzere Anadolu’yu yurt edindiler.
Günümüze gelen ocakların çoğu değişik isimlerle anılmaktadır. Oysa ki bazı ocakların evlatları yola verdikleri hizmetlerinden dolayı ve aldıkları desturlardan, gösterdikleri kerametlerinden ötürü, dergahlarını kurup mürit yetiştirmiş, günümüze de ayrı ocaklarmış gibi aktarılmışlardır. Önemli bir nokta da şudur: Dönemin koşullarına, tehlikelerine göre de, bazen izlerini kaybettirip başka yerlerde başka isimle mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Sonuçta çoğu akrabadır. Kureyşan Ocağı da bunlardan bir ocaktır.
Keramet, ermiş kişilerin (erenlerin) gösterdiklerine inanılan olağanüstü, doğaüstü durumların, davranışların, olayların tanımıdır. Basitleştirilecek, anlamsızlaştırılacak bir olay değildir. Alevilikte kutsallık kavramlarından biridir. İnsan-ı Kâmil mertebesine ulaşıldığının da göstergesi ve kanıtıdır. Asırlardır süregelen bu ilahi olaylar, günümüzde bizlere çok ipuçları veriyor.
Erenlerin arasındaki bağlılığın, ilişkilerinin de kanıtıdır. Erenlerin farklı yerlerde gösterdikleri kerametlerin benzerlikleri, o kimselerin aynı kişiler olduğunu da kanıtlayabiliyor. Ana konusu bozulmadan, destan şeklinde günümüze kadar anlatılmış bu olaylar, asırlardır beynimizden sildirilmeyen tarihimizdir, o anlatımların içinde çok şeyler, sırlar gizlenmiştir.
Bu sırlar ve bu sırları günümüze ulaştıran simgeler, semboller, şifreler veya kodlar devam etmelidir, kaynaklar yok edilse dahi beyinlerden silinmez hale gelecektir. Mürşit’siz Pir’siz Alevilik gelecek kuşaklara aktarılamaz.
Seyyit Mahmut Hayrani ile Hacı Bektaş-ı Veli arasındaki keramet gösterme olayını ise Velayetname’den öğreniyoruz:
Akyanos’da (Akşehir) Seyyit Mahmut Hayrani adında biri vardı. Aslanın üzerine binerek, kamçı olarak da eline yılanı alarak yanında 300 dervişiyle Hacı Bektaş-ı ziyarete gelir. Haberi alan Hacı Bektaş, “Erenler, canlıya binmiş gelir, biz de cansıza binelim” der. Kızılca Helvat yakınında bir kayaya biner, hü deyip kayayı yürütür. Seyyit Mahmut Hayrani’yi karşılamaya gider. Bunu görünce, Seyyit Mahmut Hayrani aslandan iner, Hünkar’la görüşürler. Mahmut Hayrani, Hünkar’ın elini öper. Diğer dervişler de görüşürler ve dergâhda toplanırlar, bağdaşlanıp cem olurlar. Bu, bir hafta sürer.Seyyit Mahmut Hayrani ise bizzat kendisi aynı yerde Kadıköy’de bulundu mu bilemiyoruz ancak bugünkü İstanbul Kadıköy adını, Seyyit Mahmut Hayrani’nin İstanbul kadısı olan torunu Seyyit Hıdır (Hızır, 1407-1459)’dan almıştır.
Bu konuda, son yıllarda yapılan araştırmalar sonucunda ciddi bulgulara ulaşıldığını ve dahası kaynakların varlığından söz ettikleri Seyyid Mahmud-i Hayrani Menakıbnamesi’Nin bulunması ve yayımlanmasıyla daha açık kanıtlara ulaşılacağı gerçeğidir.
Ancak şu bir gerçektir ki, Anadolu’ya Horasan’dan göç etmiş Kureyşan (Kureşan) Ocağı’nın Selçuklular döneminde de, Osmanlı’da da önemli görevlerde bulunmuş mensuplarının olduğu, bunlardan Kadıköy’ün ilk kadısı Hızır Bey ile oğlu Sinan Paşa’nın ve daha nicelerinin bulunduğudur.