Milletlerin en büyük gücü, birlikte yaşama iradesidir. İç huzurları olmayan, birbirine küsmüş halklar hep yoksullukla, geri kalmışlıkla, yenilmişliklerle sınanır. Bugün tehlikeli yollardan yürümeye devam ediliyor. Şımarık “Dinci Siyasal İslam”, Taliban, Selefi ve Vehabileşiliyor. Türkiye eğitim sistemine tarikat ve cemaatler eğitime yön veriyor. Dinci, kinci bir nesil yetiştirilmek için gerici bir eğitime tabi tutulacağımızın kararı verir boyuta geldi. Laik eğitim yerine gerici, bağnaz eğitim seferliğini başlattı. Okullarda, felsefe, mantık, sosyoloji ve psikoloji gibi özgür birey yetiştirmedeki nitelikli dersler seçmeli dersler olarak seçtiriliyor. Evrim kuramını dışlayan, bilimsel-demokratik-laik eğitimden uzaklaşan eğitim sistemi, tarikat ve cemaatlere teslim edilmektedir.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, tarikat ve cemaatlerle sosyal projeler adı altında sözleşmeler yaparak, eğitim sistemimizi tarikat ve cemaatlere teslim etti. Laiklik karşıtların sözcülüğünü üstlenen ve tarikat ve cemaatlerin önerileri doğrultusunda hareket etmektedir.
Eğitim sistemimiz siyasal İslam’ın şımarık, gerici, dinci saldırılarına maruz bırakılıyor. Üniversiteler bilgi üretemeyen, özgürlüğü, özerkliği yok edilen bir konuma getirilmek isteniyor. Siyasal dinci iktidar, siyasi İslam’ın radikal kanadını tarikat ve cemaatleri hareketlendirerek toplumu din üzerinde kutuplaştırmaya zorluyor. Cumhuriyete karşı hilafet bayrakları açılıyor. Hilafet istekleri haykırılıyor, okullarda laik eğitime karşı düşünce özgürlüğü yok sayılıyor.
Tarikatlarla birlikte hareket eden Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, bakanlığa gelince karma eğitimime karşı ÇEDES, çevreme duyarlıyım değerlerime sahip çıkıyorum projesini harekete geçirdi. Okullarda rehber öğretmenler yerine cami imamlarına görev tahsis etti. ÇEDES projesi ile okullarda mescit açtırdı. ÇEDES projesi bir karşı devrim projesidir. Geri çekilmelidir. Buradaki hedef ümmet ve biat toplumu yaratmaktır. Batı emperyalizmine hizmet etmektir. Gerçek ilim ve fenden kopararak özgür düşünceyi yok etmektir. Siyasal iktidar şeriat özlemi içerisindedir. Çağdışı ideolojileri şekillendirerek, toplumu kutuplaştırarak kinci bir nesil yetiştirmeyi hedeflenmektedir. Bu durum uluslararası evrensel beyannamesine ve çağımız evrensel düşüncesine aykırıdır.
Zorunlu din dersini dayatmak insanlığın bunca deneyimine hakarettir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AHİM ) zorunlu din dersinin insan hakları ihlali olduğu hükmü bağlayıcı ve mutlaka uygulanması gereken bir karardır. Anayasamızın 90/5 maddesine aykırıdır. Milli eğitim temel yasasına ve uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Tüm bu yasalara karşı laik ve bilimsel demokratik eğitim yerine, Sayın, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, tarikatlarla sözleşmeler yaparak eğitim ve öğretimi tarikatlara teslim etmiştir. Diyanet Başkanlığı ile işbirliği yaparak, anayasayı çiğneyerek, Cumhuriyet değerlerini etkisiz hale getirmiştir. Bugün Cumhuriyet devrimlerine karşı hilafet çağrıları yapılarak cumhuriyetin değerlerini yok etmek hedeflenmektedir.
Hilafet talepleri ve şeriat çağrılarıyla kitleleştirerek halkı sindirmeye çalışıyor. Siyasal İslam içindeki İŞİD, Selefi, Vahabi gibi siyasi gruplar kendilerine yeni alanlar oluşturuyorlar. Bu hareketler toplumun huzurunu bozmaya, milleti birbirine düşürmeye, milletin birlikte yaşama iradesine hizmet etmemektedir. Zarar vermektedir. Bugün ülkemizde adaletsizliklere yol açan pozitif hukuk hiçe sayılmakta, anayasanın yargı kararlarını uygulanmamaktadır.
Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve Anayasa Mahkemesi’nin uluslararası sözleşmelere dayalı verdikleri kararlar hukuk devletinde uygulanır. Can Atalay ilgili Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı uluslararası hukuka uygunken, bu kez başka bir mahkeme bu kararı uygulamamaktadır. Bunun örnekleri çoğaltabiliriz. Düğme bir kez yanlış iliklenince düzeltmek de zorlaşıyor. Örneğin 16 Nisan 2016 tarihinden beri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’nin Alevi İnanç Haklarıyla ilgili verdiği Cemevleri Alevilerin ibadethanesidir kararı da 16 Nisan 2016 tarihinden beri uygulanmamaktadır. Oysa Anayasa’nın 2. 5. 10. 12. 17. 24. 90. maddeleri din ve vicdan hürriyetinin bir insan hakkı olduğunu, yaslarca garanti altına alındığını vurgulamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin 16 Nisan 2016 tarihinde AHİM tarafından verilen Alevi İnanç Haklarının ihlal edildiği kararını uygulamaması da ironiktir. Uluslararası hukuka aykırıdır. Demokratik, laik, sosyal ve hukuk devletine yakışmayan bu kararlar demokrasi ile bağdaşmaz. Fikir ve ifade özgürlüğüyle bağdaşmaz. Hükümetler geçicidir. Devlet insanları kutuplaştırmaz. İnsanları açlığa mahkûm etmez. Devlet adaletli olur. Hak ve hukuku korur. Adaleti yok etmez, toplumu kutulara bölmez, kültürümüzü ilkeleştirmez. Devlet, barış dili kullanır. Devlet toplumun tamamına saygı gösterir. İnsana saygı, kadına saygı ve emeğe saygı gösterir. Devletin görevi, toplumun tamamını kucaklamaktır. Devlet bu görevlerini yapmazsa ülke bütünlüğü bozulur. Cumhuriyet değerleri yok olur. İç barış bozulur. Devlet, yapılması gereken tüm insanları kapsayacak temel değerleri yaşatmak ve ülke kaynaklarını adaletli bir şekilde paylaşmakla yükümlüdür. Eşit yurttaşlığı özümsemelidir. Hak, hukuk, adaleti ve eşitliği sağlayarak ülkede refaha ve huzuru yaşamsal bir hale getirmelidir.
Bugün Türkiye’de hukuk kurallarını dışlayan teokratik devlet kurma özlemi içinde bulunanlar olabilir. Filistin katliamı ile ilgili dayanışma mitinginde tevhit yazılı bir sancağın açılması bunu göstermektedir. Adliye koridorlarında şeriat sloganları atanlar bunu açıkça göstermektedir. Laik, sosyal, hukuk devletinin yapısını değiştirmek, şeriat isteğinin dile getirmek, bunu eyleme dönüştürmek anayasal bir suçtur. Ancak hükümet tüm bunlara seyirci kalmaktadır. Türkiye’yi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar siyasi sorumluğunu omuzlarında olduğunu unutmamalıdırlar. Anayasa ve uluslararası hukuka göre hareket etmelidirler. Ülke bütünlüğü ve birliği, birlikte yaşama koşulları bunu gerektiriyor. Şiddet çağrıları içeren bu gerici eylemler ülke bütünlüğüne zarar vermektedir.
Gazze mitingleri Filistin katliamlarını dile getirirken, amacından saptırılmış, siyasete aracı olmuş ve hilafet istekleri dile getirilerek gündem yaratılmıştır.
Cumhuriyet Devrimleri’ne karşı hilafeti yeniden gündeme gelmesi ciddi sorun oluşturmaya devam edecektir.1921 Anayasa Kongresi ile hukuksal olarak gündeme gelen Milli Egemenlik kavramının anayasamıza girmesi ile egemenlik padişahlıktan ve saltanattan alındı. Millet egemenliğine verildi. EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR.
3 Mart 1923 tarihinde halifelik kaldırıldı. Din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı. Şehriye – evkaf ve Erken-ı Harbiye-i Umumiye Vekâlet kaldırıldıktan sonra, Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. 17 Şubat 1926’da Medeni Kanun çıkarılarak şeriat hukukuna son verildi.1928’de Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır hükmü çıkarılarak 1937’de yapılan değişiklikle laiklik onaylandı. Anayasamızın 2. Maddesi’nde Türkiye Cumhuriyeti; cumhuriyetçi, halkçı, devletçi ve devrimci biçiminde yer aldı. Anayasamızın 10. Maddesi’nde de Devletin Dini ve Vicdan Hürriyetine saygı gösterilmesini salık verir. Tüm bu açıklamaların yanı sıra, 3 Mart 1924’te Öğretim Birliği Yasası ve 1925’te 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılması ve türbedarlarla ilgili yaslar hiçe sayılmıştır.
Gazze mitingi altında yapılan mitingler, siyasal İslam’ın aracı olarak kullanıldı. Bu mitingde açıkça hilafet bayrakları açılarak Cumhuriyet rejimine karşı hilafet çağrıları yapılmıştır. Laik ve anayasal hükümler hiçe sayılmıştır. Meydan okunmuştur. Laik Cumhuriyete başkaldırıdır bu girişimler.
AKP iktidarının yıllarca ısrarla koruyup kolladığı gericiler ve Cumhuriyetin laik değerlerini aşındıran bu düşünceler ülke bütünlüğüne zarar vermektedir. Tüm bu nedenlerden ötürü demokrasi güçleri, adalet, özgürlük, hak ve hukuk ve eşit yurttaşlık için güç birliği yapmalıdırlar. Hukuk devletinin, anayasal hakların savunulması şarttır. Teokratik devlet düzenini getirmek isteyenlere karşı mücadele etmek her yurtseverin görevidir.