Tasavvuf Nedir? Tasavvuf sözcüğü Yunanca bilgi anlamına gelen “Sofhos” sözcüğünden türetilmiştir. Akıl anlamında kullanılmıştır. İslam’da kullanılan tasavvuf her iki anlamda yani bilgi ve aklı kapsamaktadır. Tasavvuf bilgileri akılcı ve bilimcidirler. İslamiyet’i de bu kurallara göre yorumlamışlardır. İslam’da yorum kapısı açan Hz. Muhammed’dir. Hadis adını verdiğimiz sözleri Kur’an’ın zahiri (açık) anlamları ile (batini) yani gizli anlamda olduğu bilinmektedir. Örneğin: İnne lil Kur’ani zahren ve batnen… “hadisi ile Hz. Peygamber tasavvufçuların çıkış noktası bu sözleri ile olmuştur. Yorum kapısından bakınca tasavvuf düşüncesi geniş anlamıyla Bâtınilikte denilebilir. Dar anlamda ise bir veya birkaç tarikatın adıdır. İslam düşüncesi İslamiyet’e dayalı olarak yorum kapısı açması ile taassuba dayalı dogmatik dincilik bütün çabalarına rağmen tasavvufun hızla İslam dünyasına yayılmasını önleyememiştir. Hz. Muhammed’in sevgili kızının kocası ve amcasının oğlu Hz. Ali de Kur’an’ın batini anlamlarını şöyle desteklemiştir; “Ben her akşam Peygamber’in evine giderdim. Sırdan söz ederdik. Peygamber, birçok ayetleri bana yazdırır, gizli anlamını da açıklardı. Tasavvufçuların Hz. Ali sevgisi (Alevilik) böylece oluştu. Tasavvufa dayalı tarikatlarda mürşit olarak Hz. Ali’yi de seçmişlerdir. Hz. Ali’nin önemi Hz. Muhammed’in hadisleri ile hilafet makamını Ali’ye bırakmasından kaynaklanıyordu. Hz. Muhammed, vasiyetini de bu doğrultuda yazmak isterken Hattab oğlu Ömeri bırakmamıştır. Siyasi hırs, makam hırsı Ebu Bekir, Ömer halifeliği paylaşmak için cenazede dahi bulunmamışlardır. Ebu Bekir’in Peygamber’in malı olan Fedek hurmalığı Hz. Fatma’dan alması ile birkaç ay sonra ölümüne neden olmuştur. İslam’da ilk ayrılıkların temeli böylece atıldı.
Tasavvufta Ana Düşünce Nedir? Yaratma diye bir şey yoktur. Varlık birliği(Vahdet-i Vücut) vardır. Varlık evrende, ne varsa canlı-cansız tümünden belirlenmektedir. Ne başlangıcı vardır, nede sonu var olan sadece varlığın sürekli belirtisidir. İnsanda, hayvan da bitki de madende aynı varlığın çeşitli görünüşleridir. Hiçbir şeyin kendine özgü bir varlığı yoktur. Her şey tek varlıktır. Her an sürekli olarak belirmektedir (zuhur etmekte). İşte bu düşünceye dayalı olarak Hallac-ı Mansur “Ben Tanrı’yım” (Enel Hak) dedi. Hemen yakalandı. Asılarak öldürüldü, derisi yüzüldü ve yakılarak nehre atıldı. Bu olay tasavvuf düşünürlerine ders oldu. Aynı fikri anlaşılmaz bir şekilde devam ettirmeleri ile bu bırakın kırılmayı hayranlıkla izlendi. Açık seçik düşünce sır oldu. Tarikata girenler güvenle karşılanmıyordu. Bu sırrı öğrenmek için uzun yıllar geçirmesi gerekiyordu. Bu korku ile tarikatlarda kademeli olarak girenler Talip, Derviş, Mürşit, Baba ve Halife veya çırak, kalfa usta oluyor ve güvenilirse bu sırlar azar, azar sunuluyordu. Sırları öğrenenler artık kellesini verecek derecede tarikata bağlanmış ve sırları açıklamayacak kadar tarikatın içine girmiş oluyordu. Dışarıda kalanlar ise hiçbir şey anlamadan şaşkın, şaşkın bakıp durdukları harfler sayılar ve işaretlerle uğraşırken kutlaştırdılar. Üç, beş, yedi kırk derken ve gizemli insan düşüncesi putlaşmaya başladı. Örneğin; Fazlullah’ın (Esterabatlı) hurifilik tarikatı ile her harf bir sayıyı karşılıyor her sayı bir sözü anlatıyordu. Açıkça söylenemeyen söz sayılarla harflerin ardına gizlenmişti. Açık söylemek istediği, ”Biz, evrenin tanrısı olarak, ancak insanı bulduk.” Mevlana, bilgi insanı öbür varlıklardan üstün kılar. Evren içinde bütün varlıklar içinde bilgiye ermiş olan varlık insandır. İnsan bilgisiyle diğerlerinde üstündür. Hacı Bektaş Veli’de; Her insan gereken bilgiye erişmiş değildir. Gereken bilgiye erişen insan “Kutuptur.” Çok sayıda kutuplar içinde biri vardır ki, tam ve yetkin bilgiye erişmiştir. (Kutuplar Kutubu) Kutb’ül aktab denir. Kutuplar kutbu sağ ve solunda birer imam oluşur. Bu büyük yöneten, dört direk gelir (Evtad- Erbaa) Dört direkten sonra gelen rütbe Abdallar (Abdallar ya da büdela) aptal veya büdela sözcüklerinin nereden geldiği de böylece anlaşılmış oluyor rütbesidir. Üçler’den sonra direklerle aptallar beşler adını alırlar. Bunların altında da yediler, kırklar ve üç yüzler ( Rukeba), nüceba, nükeba vardır. Üç yüzler bir çeşit genel kuruldur. Evren bu organlarla yönetilir (saltanat-ı ilahiye). ( Orhan Hançerlioğlu Düşünce Tarihi Sayfa 107-108) Yasevi Dervişleri, Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa, Geyikli Baba, Avşar Baba, Pir Dede, Akyazılı Sultan, Kıdemli Baba Sultan, Baba İlyas, Dede Gargın, Şeyh Edebali gibi sufi derviş ve topluluklar Horasan üzerinden Anadolu ya göç ettiler. Yeseviyye, Vefaiviyye, Hayderiyye, Kalenderi gibi Alevi grupları ili amaç; İnsan-ı kamil olmak nefsin terbiyesi, alçak gönüllülük, cömertlik gibi erdemlere sahip olmaktan geçer. Tasavvuf: Tanrı ve insan sevgisini üreten bir anlayıştır. Tasavvufa sahip olmak ve gönüllerini Tanrı- insan sevgisi ile doldurarak aydınlanma aşamasına gelmedir. Alevilerin Tanrı inancı Şah-ı Merdan Ali’nin ve Hacı Bektaş Veli’nin Tanrı inancı Şah-ı Merdan Ali’nin ve Hacı Bektaş Veli’nin Tanrı insancıdır. Tasavvuf, Tanrı ve insanı bir olarak algılar, insan kendi nefsini öldürürse gerçeğin ışığı ile Tanrıyı yerde-gökte aramayan, onu insanda bulan bir gönülde mihman eyleyen insanın halidir. Mevlana da insanın Tanrıyı kendisinde aramasını gerektiğini söyler: Senin canının içinde bir can var, o canı ara Doğanın içinde bir hazine var, o hazineyi ara Yürüyen dervişi arıyorsan, onu senden dışarıda arama, Kendi nefsinde ara (Mevlana 1985,11) Şah-ı Merdan Hz. Ali’de “ Ben konuşan kur’an’ım” der. O halde; Tanrı insanda (insan-ı Kamil’de ) tecelli eder. Kamil insansız Hakk bilinmez, o halde kâmil insana ulaşmak Hakk’a ulaşmaktır. Onu gören Hakk’ı görmüş, onu seven Hakk’ı sevmiş demektir. Ona itaat Hakk’a itaattir ve onun reddettiği Hak tarafından da reddedilmiştir demektir. Bunun için; kendi özünü okuyabilen, değerini bilen ise insan-ı kâmildir. İnsan-ı kâmil ideal, yetkin, çağdaş ve evrensel bir insandır. Hacı Bektaş Veli de der ki, “ Her kim kendi bilirse büyük Tanrıyı bilir.” Hacı Bektaş Veli’nin “dört kapı kırk makam” anlayışı sadece Tanrıya ulaşma aşamalarını değil, aynı zamanda toplumsal yaşamın değerler sistemini, ideal davranış kalıplarını sunmaktır. Nefsi ezmek, edep, ilim, cömertlik, kendini bilmek, yarattıklarından hiçbirine zarar vermemek, yetmiş iki milleti bir görmek, sabretmek, iyilik yapmak vb. bunlar insanların kendileriyle doğarlar ve toplumla barışık yeşermesini sağlayan yüksek değerlerdir. Dünyaya gelmek, ikrar vermek, nefsini bilmek, dünyaya gelmek, bilgi sahibi olmak kendini kurtarmak, dürüst olarak yaşamak birleşimin meyvesini almak, çevresine, memleketine ve insanlığa yararlı olmak, nefsinin bilmek, Hakk’ı kendi özünde bulunmak, insanlığında gönlünde yaşamaktır, olgunluğa yönelen ve yücelen olmaktır. Alevilerde kelime-i şahadet şöyle ifade edilir. “Eşedü en la ilahe illallah, Eşhedü Enna Muhammed ün Resulullah, Eşhedü enna Aliyyün Veliyullah ve vasi’ye Resulullah. (Hz. Ali’nin Tanrısının velisi ve Tanrı elçinin velisi olduğuna tanıklık ederim) Tanrının ortaksız ve tek Tanrı olduğuna tanıklık ederim, Hz. Muhammed’in Tanrının elçisi olduğuna tanıklık ederim.” İnsan Kitab-ı kâinattır, yani kâinatta ne varsa kendisinde toplanmıştır. Bu nedenle İmam-ı Ali, “Sen kendini küçük bir varlık zannedersin, Oysa Âlem dürülü bükülü sende mevcuttur” demiştir. Her insan doğası itibariyle “Varlık” olarak kâmildir. Tüm Âlem tekmil olarak insanda hedefine ulaşmıştır. Ancak, bir de insan varlığının kemaliyle şuuruna varması ve buna tahakkuk etmesi yani ahlakına bürünmesi gerekir. Bu anlamda şuurunu kemale getiren insana “insan-ı Kamil” denmiştir.