Makaleler

DEVLET VE TOPLUM

Ali Kaya (Tarihçi-Yazar)

Bir devletin evrensel ve bilimsel doğruları anayasasında yer almazsa, anayasada belirtilen insan hakları uygulanmazsa, devlet teokratik, otoriter bir yönetime doğru yol alır demektir. Evrensel ve bilimsel doğrular bütün devletlerin anayasal temelini oluşturmalıdır. Devletler dinlerin değil, bilimin yolunda geleceği planlamalıdır ki ulusal birlik, toplumsal dirlik sağlanabilsin. Din kuralları devlet düzenine egemen hale gelirse ne birlik ne de dirlik kalır, çünkü birliğin de dirliğin de güvencesi laikliktir.

Toplumsal yaşam din kurallarına göre şekilleniyorsa, milli eğitimde gençler tarikat ve cemiyetler eline terk edilmişse, devletin temsilcileri Diyanet İşleri Başkanlığı ile eşgüdümlü ÇEDES projesi kapsamında gençleri kindar ve kökten dinci yetiştiriliyorsa Türkiye’de laiklik tehlikeye girme yolundadır. Türkiye’de Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) projesi eğitim sisteminde derin yaralar açarak giderek yozlaşmayı beraberinde getirmektedir. Laik yaşam tehdit altındadır. Tarikat ve cemaatleri eğitim kurumlarına sokan Milli Eğitim Bakanlığı, biyoloji dersinin merkezine yaradılış teorisini eklemekle kalmadı, orta öğretimde matematik dersindeki integral konusunu da kaldırdı. Laik, demokratik ve bilimsel eğitime karşı olan AKP yönetimi eğitimin kurumsal özelliğinin yitirilmesine ortam hazırlamaktadır. Bu durum, Anayasamızdaki laiklik ilkesine, sosyal ve hukuk devletine ve uluslararası normlarına karşı yapılan bir düzenlemedir.

Millî Eğitim Bakanlığı, tarikatlara kapı açan bir planlama içinde faaliyet yürüterek mevcut sistemi tamamen ortadan kaldırmaya yönelik planlama yapmaktadır. İlahiyat Fakülteleri bugün bile iktidarı tatmin etmediği gibi İslami ilimler Fakültesi adı altında öteki dinlere ve felsefelere kapalı bir yapı oluşturarak Selefi, Vahabi ve Talibanlı bir kuşak yetiştirmeyi hedeflemektedir.

Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve tarikatların kontrolü altında temel eğitimi yürütmeye çalışmaktadır. Bu anlayış cumhuriyetin temel taşlarının ve eğitim birliğinin dinamitleyen, Türkiye Cumhuriyeti’ni çöl haline getirmeyi çağrıştıran ve gençlerimizin geleceğini karartan gerici ve bağnaz anlayıştır. Bu anlayış, etik yaşam felsefesine aykırıdır. Sosyal çürümeyi beraberinde getiren anlayıştır.

Oysa laik düzende demokrasi kuralları işler. Eşitlik, insan hakları, adalet, güven ve ahlak hâkim olur. Toplumsal bilinç oluşmadığı sürece emperyalist devletler yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarımızı sömürmeye devam edeceklerdir. Sömürgecilik tarihi yoksullaşmayı beraberinde getirecektir. Talan ve yağma ve toplumda çürüme başlamıştır ve sürüyor.

Sömürgecilik tarihi, ahlaksızlığın tarihidir. Sömürgecilik benciliğin, açgözlülüğün, doyumsuzluğun, acımasızlığın ulaştığı doruk noktasıdır. Bu nedenle her yurtsever gerçekleri anlatılmalı, her yurtsever aydın Türkiye’de gericiliğe ve kökten dinciliğe karşı bağımsızlığı savunmalıdır. Dostoyevski’nin söylediği gibi, “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.”

Devlet adamı eleştirilere katlanmalıdır. Karşı görüşte olanlara değer vermelidir. Onların vatanseverliğinden kuşku duymamalıdır. Eleştiri yapıcı olduğu sürece beyin gücüne katkıda bulunur, beyin gücünün yurt dışına çıkmasına izin vermez.

Devlet adamı ülkesini laik demokratik bir hukuk devleti olduğunu unutmamalıdır. Cumhuriyeti kuranlar ve kurtaranları karalamaktan vazgeçilmelidir. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere değer vermelidir. Küresel sermeyenin isteklerini gerekmedikçe yerine getirmemeli, maden sahalarını ülke yararına kullanmalıdır. Çokuluslu şirketlere açmamalıdır ülkeyi, yağmalamalarına izin vermemelidir.

Ülkede adaletsizlik, eşitsizlik, baskı ve zulüm artıkça mutsuzluklar da artar. Toplumda talan, yağma baş tacı olunca toplumsal değerler yok olur. Emeğin en yüce değer olmadığı, hak, hukuk, adaletin ve özgürlüklerin olmadığı toplumlarda sosyal çürüme de artar.

Vicdanlı ve adaletli insanlar doğasını korumalı, ağaç katliamlarına karşı çıkmalı, nehirlerine, denizlerine, kentlerine, sokak hayvanlarına sahip çıkmalı; çocuk tecavüzlerine, yoksulluğa, rüşvete karşı mücadele etmeli, cesur olmalı; sağlık sorunlarına, eğitim sorunlarına karşı duyarlı olmalıdır ki bu, yüksek yurttaşlık ve insanlık görevidir.

Türkiye’de Erzincan İliç maden işletmeleri yüzde seksen Amerikan şirketi Rothshild’e, yüzde yirmisi AKP ile kol kola giren Çalık grubuna aittir. Türkiye’de 500 ton altın üretildiğini açıklayan Maden Mühendisleri Oda Başkanı Mehmet Torun’a göre, bunun ülkeye bir yararı yoktur. Torun, siyanürlü altının topraklarımızı zehirlemekten başka işe yaramadığını açıklamıştı. Yine Torun, ANAGOLD firmalarının 2010 yılından beri 85 ton altın ürettiğini belirtmektedir. Teşvik almalarına rağmen, bu firmalar Türkiye’de vergi ödemedikleri gibi, işçilerin sigorta primlerini bir süre devlet ödüyordu.

Devlet, toplumun ve ülkenin çıkarlarını gözetir. AKP hükümeti öncesinde yani seksen yıl boyunca verilen maden işletme ruhsat sayısı 1200’ü bulmazken, AKP döneminde 400 bine ulaşmıştır. Ülke ruhunu satar duruma getirilmiştir. Ülkenin zenginlik kaynaklarının çokuluslu şirketlere peşkeş çekilmesi ülkenin giderek yoksullaşmasına neden olacağı açıktır.

Makine teçhizat ithalatı için gümrükten muafiyet vardır. Bu şirketlere sınırsız devlet desteği veriliyor. Türkiye’miz sömürge maden ülkesi konumuna getiriliyor.

Bugün Türkiye’de bir yazarın, sanatçının, bilim adamının, akademisyenin cenazesi, bir mafya babasının, hırsızın, yankesicinin, üçkâğıtçının cenazesi kadar değer görmüyorsa, toplumsal çürüme sistemli bir yükselişle zihinlere sirayet edip her şeyi ele geçirmiş demektir. Sorun var demektir. Türkiye devleti güvenlik, adalet, ahlak yönünden değerlerinden uzaklaşıyor.

Dünyada liberal kapitalizmin kar hırsı, yerli işbirlikçileriyle işçinin, köylünün emekçinin, emeklinin insanca yaşam hakkını gasp etmektedir. Ülkemizde yaşanan ekonomik kriz ve siyasal iktidarın baskıcı politikaları nedeniyle emekçiler giderek yoksullaşıyor. Ekonomi, sosyal ve kültürel boyutuyla yıkıcı bir aşamaya ulaşmış, günceliğini korumaktadır. Halkın yoksullaşması toplumsal çürümeyi de beraberinde getirmektedir.

Türkiye’nin milli kaynaklarının sömürgecilere açık hale getirmesi, emperyalizmin işbirlikçileriyle birlikte doğayı talan etmesi, milli servetimizin yağmalanması, ülkemizin ekonomisini daha da bağımlı hale getirmiştir. Toplum önü alınamaz bir çürümeye teslim olmak üzeredir ki buna acilen dur denilmelidir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, eşitsizlik, derin yoksulluk, toplumu kutuplaştırma, ahlaksızlık, rüşvet, talan, baskı, din sömürüsü vs. gibi nedenler ortadan kaldırılmalı, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkesi, bilimsel eğitim ve diğer temel ilkeler çalıştırılmalıdır. Bu çürümenin önü ancak iyi bir eğitim, adaletli bir yönetim, hak-hukuk gözeten bir anlayış ve laik bir düzenle alınabilir. Toplumsal barışın sağlanması, demokrasinin kurallarının içselleştirilmesi ve bilimin özgürleştirilmesi, gelişmenin temeli olduğunun bilinmesi gerekir.