Türkiye, dinsel ve inançsal açıdan incelendiğinde Türkiye Tarihi, dinsel ve dillere karşı hoşgörüsüzlüğün tarihi olmuştur. Bu dinsel hoşgörüsüzlüğün temelinde devletin çeşitli dinlere ve mezheplere karşı Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığı ile taraf tutması yatmaktadır. Başta Alevilik olmak üzere diğer dinleri0ve mezhepleri karşı gayri resmi inançlar olarak yok etme, sindirme, hatta katliamlar ve kırımlara girişilmiştir. Dersim, Maraş, Sivas, Çorum ve Gazi olayları bunun en somut örnekleridir.
Din ve mezhepler üzerindeki baskılar Muaviye anlayışı ile Sünnileştirme, Emevi, Abbasi ve Selçuklularla başlayan Alevi kıyımları Osmanlılar döneminde sistemli hale getirildi. Cumhuriyetle birlikte aralıklı olarak sürdürüldü. Alevi inancı üzerinde sürdürülen baskı diller üzerinde de sürdürüldü. Başta Dersim dili olmak üzere Türkiye’de yaşayan diğer diller üzerindeki asimilasyoncu baskılar devam etti. Alevi inancının yoğun yaşandığı bölge ve yerleşkeler üzerinde sistemli hale getirildi. Meskun bölgelerde yaşayan ve ötekiler olarak adlandırılan halk üzerinde baskı, yıldırma, sindirme politikaları izlenildi.
Devlet, tam dinsel bir hiyerarşi içinde din adamları ve örgütlenmeler ülke ve devletin bütün dini ve din dışı işlerine karışmayı prensip hale getirilerek, düzenli dinsel eğitim, İmam Hatip Okulları, İlahiyat Fakültelerinin yanı sıra, on binlerce arka bahçe olarak adlandırılan Kuran Kursları aracılığıyla da devletin, belli bir inanç grubuna hizmet etmesi, diğerlerini ötekiler olarak dışlamasıyla, milyonlarca kişinin inancı olan Alevi inancını görmezden gelmesi ülkede özlenen birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhuna aykırı yaklaşımlar sergilenilmiştir. Bu yaklaşımlar insanlık dışı uygulamalardır.
Geçmişte olduğu gibi bu gün de Türkiye’miz ırk, inanç ve kültürel açılardan gerçek bir mozaiktir. Anadolu’nun tarihine baktığımızda arkeolojik veriler ve buluşlar Anadolu’nun çok çeşitli dillere, ırklara, fizyo tip ve kültürel karışma alanı ve geçiş yolu üzerinde olduğunu görmekteyiz. Bugün de Türkiye’de kırk yedi etnik halkın yaşadığı bilinmektedir. Türkiye halklarının ırksal çeşitliliği (Caucasoid, Mongoloid-Çinli mego kökler, Negroid-uzun kafalılar, Austroid-siyah kafalılar tipler ve karışımlar) var olan etnik karışımın derinliği ve genişliği açıkça görülmektedir.
Yüzyıllar boyunca süre gelen dış göçler, sürgünler ve ekonomik, siyasi nedenlerle gerçekleşen iç göçler, Türkiye’de tek bir ırktan bahsetmek ve tanımlamasını yapmak olanaksızdır. Türkiye’de yapılan esas göç dalgaları, ırksal ve kültürel yapıda köklü değişikliklere yol açtığı gibi kendi yapısında da derin izler bırakmıştır. Bu nedenlerle Anadolu halkı hiçbir zaman homojen bir halk olmamıştır.
20. yüzyıl boyunca oluşturulan ve geliştirilen olgu daha çok tek uluslu Türk Şovenizmi olmuştur. Bu ise Türkiye’de yaşayan Dersim-Zaza, Kürt, Çerkez, Laz, Boşnak vb. Türk olmayanların varlığını millet olarak inkar etmek; hem Panturanizm ve Arap Sünni İslamlaştırma düşüncesi temel alınmış ve bu durum 1908’den beri Türkiye’de benimsenen ideoloji olarak devam etmiştir.
Türkiye’de etnik sorunu anlamak demokrasiyi anlamaktır. Etkin sorunları çözemeyen bir toplum demokrasi erdemine erişmeyen toplumdur. Farklılıkları zenginlik olarak görmeyen anlayışlar demokrasiyle bağdaşmayan anlayışlardır. Şovenizmin özü devleti merkezi faşist dikta ile yöneterek tek dilli, tek Sünni İslam inançlı ve tek kültürlü bir ülke yaratmak olmuştur.
Avrupa, Almanya, İtalya, İspanya’da faşist dikta rejimlerin (düşüncelerin) ortaya çıkışı ile Türkiye’de de yandaşlar bulunmuş, Emperyalist devletlerin isteği doğrultusunda diktatörlük resmi devlet politikası haline dönüşmüştür. Özellikle 12 Eylül ile birlikte, demokratik sivil toplum örgütleri, yurtsever aydınlar bertaraf edilmiştir. Kökten dinci faşist anlayışla ülkedeki düşünsel, dinsel, siyasal görüş ve dinsel çeşitliliği bir an önce yok etmeyi kendi geleceğinin temeli kabul etmiştir. Türkiye’de uygulanan inkar, imha, Sünni İslami dinsel baskılarla Türk olmayan Türkiye’de ötekiler olarak adlandırılan halkların varlık ve kimlikleri inkar etmek olmuştur. Türkiye devam eden, bu şovenist anlayışlarla, Türkçe konuşmayan halkları asimile etmek temel hedef olmuştur.
Hukuki açıdan 21. Yüzyılda bir halka her türlü hak verilirken diğer halkların bu haklardan mahrum bırakılması, eşitsizlik ve adaletsizlikten başka bir şey değildir. Oysa çağdaş demokrasilerde ülkede bulunan tüm halkların dil, edebiyat ve kültürlerini tanıma, koruma, inceleme, geliştirme gerekli olduğu kadar da teşvik edilmeli, ülkemizin huzur ve barışının sağlanmasında, ülkede uygulanması arzulanan demokrasinin de gereğidir.
Türkiye’de izlenen politika tam tersine halkların dilini, edebiyatını, müzik, folklorunu ve kültürlerini yok etmek için çaba harcanılmaktadır.
Türkiye’nin genel sosyo kültürel ve bilimsel geri kalmışlığı, devletin önyargılı, inkarcı, etnik politikası, dinsel, kültürel ve siyasal anlamda etnik topluluklar kendilerini ifade edememişlerdir. Oysa kendi inançlarını, kendi kültürel değerlerini öğrenme ve öğretme hakkının tanınması, milli kimliklerini geliştirme hakkı insan hakkıdır. Demokrasinin de temel ilkesinin gereğidir.
Yıllarca Türkiye yaşayan etnik toplulukların kültür ve tarihleri çarpıtılmış, siyasal katılımlar mümkün olduğu kadar engellenmiştir. Şovenizm, resmi devlet politikasının temeli olmuştur.
Bu ideoloji üstün ırk, etnodinsel grupların varlığını inkar ederek ayrıcalık tanınmıştır. Bir ülkede bir milletin özelliklerini, dil, edebiyat, kültür vb üstün sayarak diğer halkları Panturanizm kalıbına sokmaya çalışmak, çağdaş olmayan zihniyettir. Demokrasi ile bağdaşmayan çarpık anlayışlardır.
Şovenizm, çeşitli ve farklı etkin ve milli birimlerin varlığını inkar etmekle kalmaz, aşırı merkeziyetçi bürokratik sistemiyle etnik grupların siyasi teşkilatlarını önlediği gibi bütün siyasi, idari, kültürel ve ekonomik geri kalmışlığının da en önemli nedenidir.
Şovenizm, günümüzde insan hakları, demokrasiyle örtüşmez, insanlık dışı bir anlayıştır. Şovenizmin hedefi, önce ülkeler der adlarını (coğrafi) ve şahıs isimlerini değiştirmektir. Türkiye’mizde maalesef bunlar yapıldı ve yaşayan diğer halklar bir kalıba sokularak zorla Türkleştirmek devletin temel hedefi haline geldi. Bu anlayışlar yüz yılımıza yakışmayan anlayışlardır. Demokratik toplumlarda bu faşizan zihniyetlere yer verilmez. Ancak faşist dikta rejimlere özgü bir anlayıştır. Devletin bu anlayıştan vazgeçerek demokratik açılımlar yapması Türkiye’mizin yararına olduğu gibi demokrasinin de gereğidir.
Türkiye’mizde sayısı, sosyal, ekonomik, kültürel sorunların yanı sıra dil sorunu da yüzyılın en önemli sorunu haline gelmiştir. Şovenizmin egemen olduğu bir ülkede, kendi ülkesinde yaşayan halkları azınlıkta gösterir. Türkiye’mizde de egemen Türk-İslam Sünni anlayışı bütün coğrafyamızda yer ve şahıs isimlerini, kendi egemen şovenizme göre değiştirmiş ve değiştirmeye de devam etmiştir. Anti emperyalist anlayışlar, demokrasi, laisizm, sosyalizm ve çağdaşlaşma gibi kavramlar, şovenist anlayışlarla çatışmaya başlamıştır.
Tüm bu gelişmelerle birlikte, Türk şovenizmi Türkiye’de Türk olmayan başta Dersimce(Kırmanca) dili olmak üzere diğer diller sistematik yöntemlerle yok edilmeye başlamıştır. Etnik grupların yerlerin değiştirilmesi, dillerin unutulmasını temel hedef olarak görmüştür. Uzun yıllar azınlık dilleri ve nedenlerle yasaklanmıştır. Şovenist anlayışlar ve yöntemler, her zaman kültürel özerkliğe karşıdırlar.
Kürt şovenistleri de Kürtçe olmayan dilleri de örneğin Dersimce (Zazaca-Kırmanca) gibi dilini inkar ederek gramer farkının olmadığını, deyimlerin, dil bilim açısından bir değeri olmadığını ve Kürtçe’nin bir lehçesi olduğunu iddia etmişlerdi. Oysa Minorski, Alman Oscar Man, W.B. Loocwood, Terr Lynn Todd. İngvar Savnberg. D.N.Mac Kenzei, Wilhelm Streek, Gebit ve Prof. Kojima gibi bilim adamları Dersimce’nin (Zazaca-Kırmanca) ayrı bir dil olduğunu söylemlerine rağmen, hala Kürtçe’nin bir lehçesi olduğunu iddia etmek, şovenist anlayışların başka şekilde gösterir.
İşte şovenistlerin ortak amacı ve temel görevi, yöntemi kültürel zenginlik olan dilleri yok saymak ve unutturmaktır. Yüz yıllarca süre gelen Dersim Dili (Zazaca-Kırmanca) gibi birçok dil grupların yasaklama ve bu dilleri yok olan diller konumuna sokmaktır. İzlenen politika da budur.
Bugün Türkiye’de bilimsel ahlak ve edebi kitaplara ulaşmanın tek yolu Türkçe ve İngilizce öğrenmekten geçer. Bu anlayışın gereği egemen ulusun dilini egemen kılmak devamlılığını sağlamak, milli dillerle ilgili politikalar resmi dile egemen kılmak ve diğer diller de yok saymak veya asimile etmektir. Eğitim, bürokrasi başta olmak üzere, tüm resmi kurumlardaki geçerliliği asimile etmenin de açık göstergesidir.
Bir ülkenin dili, yasal ayrıcalık sonucunda bütün resmi idari, hukuki işlemler, yönetim, eğitim, kitle iletişim alanlarında uygulanıyorsa, olağanüstü tekeline geçmiş demektir. Ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan etnik grupların dili bu alanlarda tamamen dışlanmıştır.
Türkiye’deki Aleviler başta olmak üzere, etnik halklar kendi inanç ve ana dilleri eğitim ve inanç haklarından mahrum bırakılmışlardır. Milli dilleri ve inançlarından uzak, okur-yazar olmayan kuşaklar yetiştirilmiştir. Dersim dili gibi ana dillerin konuşma alanı kısıtlanmıştır. Kısıtlanan diller yok olma ile karşı karşıyadırlar. Bu yerel dillerin öldürülmemesi, başta devletin temel görevi olmalıdır. Özellikle Dersim dili (Zazaca-Kırmanca) az sayıda insan tarafından konuşulan bir dil olması nedeniyle risk altındadır. Ne yazık ki bu dil hızla ve bir veya iki kuşak sonra yok olma ile karşı karşıya kalacaktır.
Bu nedenle, geçmişte Dersim adı değiştirildi. Ama Dersimliler Türkiye’de değişik bölgelere sürülmelerine, kırıma uğramalarına rağmen, Dersim’e sahip çıktılar, dillerini, tarihlerini, topraklarını unutmadılar. Günümüz Türkiye’sinde Dersimliler dillerine, inançlarına, kültür ve tarihlerine daha çok sarılmalıdır. İnadına topraklarını ve halkını sahiplenmeleri her Dersimli için bir insanlık görevi olarak algılanmalıdır…